Lafı fazla uzatmadan yazıya geçelim :
Yüzüklerin Efendisi: İki Kule demiş ki
Ormanın
sonuna vardıklannda ışık büyük bir hızla azalmaya başladı. Burada
köklerini derin, çökük bir tepeden aşağıya bükülmüş yılanlar gibi
uzatmış eğri büğrü yaşlı bir meşenin altına oturdular. Önlerinde derin
ve loş bir vadi uzanıyordu. Öte yanında orman yeniden toplanıyordu ve
kasvetli akşam altında mavi mavi ve gri gri güneye doğru ilerliyordu.
Sağ taraflarında Gondor Dağları parlıyordu, Batıda uzaklarda, ateşle
beneklenmiş göğün altında. Sollarında karanlık uzanıyordu: Mordor'un
yükselen duvarları; karanlığın içinden uzun vadi çıkıp geliyordu,
Anduin'e doğru dimdik alçalan, durmadan genişleyen bir oluk gibi.
Dibinde aceleci bir ırmak akıyordu: Frodo ırmağın taşlı sesinin,
sessizlik içinden yükselip gelişini duyabiliyordu; ırmağın yanında bir
yol, soluk bir kurdela gibi dolana dolana, gün batımının hiçbir ışınının
dokunmadığı ürpertici kurşuni pusların içine doğru iniyordu. Frodo'ya,
gölgeli bir deniz üzerinde yüzermiş gibi görünen eski kulelerin kasvetli
ve karanlık, yüksek, sönük tepeleri ve kırık sivri uçlarını uzaktan
seçebiliyormuş gibi geldi.
Gollum'a dönerek, "Nerede olduğumuzu biliyor musun?" dedi.
"Evet Beyim. Tehlikeli yerler. Burası Ay Kulesi'nden gelen yol Beyim, gelip Nehir'in kıyısılarındaki harabe şehre giden yol. Harabe şehir, evet, evet, çok kötü bir yer, düşmanlarla dolu. İnsanların öğüdünü dinlememeliydik. Hobbitler yoldan çok ayrıldılar. Şimdi doğuya gitmek lassım, ta oraya yukarı." Sıska kolunu karanlıktaki dağlara doğru salladı. "Bu yolu kullanamayıs. Yo yo! Gaddar kişiler gelir bu yoldan, Kule'den aşağı."
Frodo yola baktı. En azından o anda üzerinde hiçbir şey hareket etmiyordu. Sis içinde boş harabelere doğru inerken yapayalnız, terk edilmiş görünüyordu. Fakat havada kötü bir his vardı, sanki gerçekten de gözlerin göremediği şeyler bir yukarı bir aşağı geçip duruyormuş gibi. Frodo yeniden, artık geceye doğru erimekte olan uzaktaki kulelere baktıkça ürperdi; suyun sesi de soğuk ve zalimce geliyordu kulağa: Morgulduin'in, Tayflar Vadisi'nden çıkıp gelen pis nehrin sesi.
"Ne yapacağız?" dedi. "Uzun zamandır yürüyoruz, uzun bir yol kat ettik. Arkadaki ormanda gizlenebileceğimiz bir yerler arayalım mı?"
"Karanlıkta saklanmak lassım değil," dedi Gollum. "Artık hobbitler gündüsleri saklanmalı, evet gündüsleri."
"Haydi oradan!" dedi Sam. "Gece yarısı yeniden kalkacaksak bile biraz dinlenmemiz lazım. O zaman karanlık hâlâ sürüyor olacak, senin bizi uzun bir yürüyüşe götürebileceğin kadar uzun zaman; eğer yolu biliyorsan."
Gollum gönülsüzce kabul etmek zorunda kaldı bunu; ağaçlara dönerek ormanın dağınık kıyısı boyunca bir süre doğuya doğru güçlükle ilerledi. Kötü yolun o kadar yakınında, yerde dinlenmeyi reddediyordu; bir süre tartıştıktan sonra hepsi, kalın dalları gövdesinden bir arada fışkıran, saklanmak için güzel bir yer ve oldukça rahat bir sığınak oluşturan koca bir pırnalın dallarıyla gövdesinin birleştiği yere tırmandılar. Gece çöktü ve ağacın kubbesinin altı tamamen karardı. Frodo ile Sam biraz su içip biraz ekmek ve kuru meyva yediler ama Gollum hemen kıvrılarak uykuya daldı. Hobbitler gözlerini bile kırpmadılar. Gollüm uyandığında gece yarısını biraz geçiyor olmalıydı: Aniden soluk gözlerinin faltaşı gibi onlara doğru pırıldadığını fark ettiler. Etrafı dinleyip, havayı kokladı; bu, daha önce de fark etmiş oldukları gibi, gece zamanı anlamak için kullandığı olağan bir yöntemdi.
"Dinlendik mi? Güsel güsel uyuduk mu?" dedi. "Haydi gidelim!"
"Dinlenmedik ve uyumadık," diye homurdandı Sam. "Fakat eğer gerekiyorsan gideriz."
Gollum hemen, ağaçtan atlayıp dört ayak üzerine indi; hobbitler daha yavaş izlediler onu.
Gollum'a dönerek, "Nerede olduğumuzu biliyor musun?" dedi.
"Evet Beyim. Tehlikeli yerler. Burası Ay Kulesi'nden gelen yol Beyim, gelip Nehir'in kıyısılarındaki harabe şehre giden yol. Harabe şehir, evet, evet, çok kötü bir yer, düşmanlarla dolu. İnsanların öğüdünü dinlememeliydik. Hobbitler yoldan çok ayrıldılar. Şimdi doğuya gitmek lassım, ta oraya yukarı." Sıska kolunu karanlıktaki dağlara doğru salladı. "Bu yolu kullanamayıs. Yo yo! Gaddar kişiler gelir bu yoldan, Kule'den aşağı."
Frodo yola baktı. En azından o anda üzerinde hiçbir şey hareket etmiyordu. Sis içinde boş harabelere doğru inerken yapayalnız, terk edilmiş görünüyordu. Fakat havada kötü bir his vardı, sanki gerçekten de gözlerin göremediği şeyler bir yukarı bir aşağı geçip duruyormuş gibi. Frodo yeniden, artık geceye doğru erimekte olan uzaktaki kulelere baktıkça ürperdi; suyun sesi de soğuk ve zalimce geliyordu kulağa: Morgulduin'in, Tayflar Vadisi'nden çıkıp gelen pis nehrin sesi.
"Ne yapacağız?" dedi. "Uzun zamandır yürüyoruz, uzun bir yol kat ettik. Arkadaki ormanda gizlenebileceğimiz bir yerler arayalım mı?"
"Karanlıkta saklanmak lassım değil," dedi Gollum. "Artık hobbitler gündüsleri saklanmalı, evet gündüsleri."
"Haydi oradan!" dedi Sam. "Gece yarısı yeniden kalkacaksak bile biraz dinlenmemiz lazım. O zaman karanlık hâlâ sürüyor olacak, senin bizi uzun bir yürüyüşe götürebileceğin kadar uzun zaman; eğer yolu biliyorsan."
Gollum gönülsüzce kabul etmek zorunda kaldı bunu; ağaçlara dönerek ormanın dağınık kıyısı boyunca bir süre doğuya doğru güçlükle ilerledi. Kötü yolun o kadar yakınında, yerde dinlenmeyi reddediyordu; bir süre tartıştıktan sonra hepsi, kalın dalları gövdesinden bir arada fışkıran, saklanmak için güzel bir yer ve oldukça rahat bir sığınak oluşturan koca bir pırnalın dallarıyla gövdesinin birleştiği yere tırmandılar. Gece çöktü ve ağacın kubbesinin altı tamamen karardı. Frodo ile Sam biraz su içip biraz ekmek ve kuru meyva yediler ama Gollum hemen kıvrılarak uykuya daldı. Hobbitler gözlerini bile kırpmadılar. Gollüm uyandığında gece yarısını biraz geçiyor olmalıydı: Aniden soluk gözlerinin faltaşı gibi onlara doğru pırıldadığını fark ettiler. Etrafı dinleyip, havayı kokladı; bu, daha önce de fark etmiş oldukları gibi, gece zamanı anlamak için kullandığı olağan bir yöntemdi.
"Dinlendik mi? Güsel güsel uyuduk mu?" dedi. "Haydi gidelim!"
"Dinlenmedik ve uyumadık," diye homurdandı Sam. "Fakat eğer gerekiyorsan gideriz."
Gollum hemen, ağaçtan atlayıp dört ayak üzerine indi; hobbitler daha yavaş izlediler onu.
Sonunda kavşağa varmışlardı lakin bu yolculaklarının sonu değildi. Sırada Cirith Ungol Merdivenleri ve Cirith Ungol Geçidi vardı. Zorlu bir yol bir kez daha hobbitleri bekliyordu.
Yüzüklerin Efendisi: İki Kule demiş ki
Frodo
ile Sam, artık içinde bulundukları tehlikeye bile pek aldırış edemeden
yüreklerinde bir ağırlıkla zoraki yürüyorlardı. Frodo'nun başı
eğilmişti; yükü yeniden belini bükmeye başlamıştı. Büyük Kavşak'tan
geçer geçmez, yükünün İthilien'de neredeyse unutmuş olduğu ağırlığı bir
kez daha artmaya başlamıştı. Şimdi de yolun, ayakları dibinde
dikleştiğini hissederek bezginlikle yukarı baktı; Gollum'un daha önce
söylemiş olduğu Yüzüktayfları'nın şehrini gördü. Kayalık tepenin dibine
büzüldü.
Yüzüklerin Efendisi: İki Kule demiş ki
...Bir
an için üç yol arkadaşı büzüşüp isteksiz gözlerle yukarı bakarak orada
durdular, ilk kendine gelen Gollum oldu. Yine aceleyle onların
pelerinlerini çekiştirdi ama tek bir söz söylemedi. Onları sürüklüyordu
adeta. Attıkları her adım gönülsüzdü, zaman da yavaşlamıştı sanki; öyle
ki ayaklarının kalkıp inmesi arasında nefret verici dakikalar
geçiyordu.
Böylece yavaş yavaş ak köprüye vardılar. Burada belli belirsiz pırıldayan yol, vadinin ortasındaki derenin üzerinden geçip gidiyor, çarpık çurpuk dolanarak şehrin kapısına varıyordu: Şehrin kapısı, kuzey surlarının dış halkasına açılmış kara bir ağızdı. Her iki yanda da geniş düzlükler uzanıyordu, soluk beyaz çiçeklerle dolu gölgeli çayırlar. Çiçekler de aydınlıktı, güzellerdi güzel olmasına ama yine de biçimleri korkunçtu, tıpkı huzursuz bir rüyanın çılgın biçimleri gibi; bir de belli belirsiz, hasta edici bir mahzen kokusu yayıyorlardı; havayı bir çürümüşlük kokusu doldurdu. Çayırdan çayıra çıkıyordu köprü. Köprünün başında şekiller vardı, marifetle yontulmuş, insana ve hayvana benzeyen şeylerin suretleri; ama hepsi kokuşmuş ve iğrenç şeylerdi. Altından akan su sessizdi ve tütüyordu ama sudan yükselip köprünün etrafında kıvrılıp bükülerek dönen buhar korkunç biçimde soğuktu. Frodo duyularının sersemlediğini ve aklının karardığını fark etti. Sonra aniden, sanki kendi iradesi dışında başka bir irade iş başındaymış gibi acele etmeye, el yordamıyla ilerlemek istercesine ellerini uzatıp, başı bir yandan bir yana sallanırken ileri doğru yalpalaya yalpalaya gitmeye başladı. Hem Sam, hem Gollum onun peşinden koştular. Sam tam köprünün eşiğinde tökezlenip düşmek üzere olan beyini kolları arasına aldı.
"O taraftan değil! Hayır, o taraftan değil!" diye fısıldadı Gollum fakat dişleri arasındaki nefesi ağır sessizliği bir ıslık gibi yırttı adeta; o da dehşetle yere büzüştü.
"Sıkı dur Bay Frodo!" diye mırıldandı Sam Frodo'nun kulağına. "Geri gel! O taraftan değil. Gollum öyle diyor ve ben de ilk kez onunla aynı fikirdeyim."
Frodo yüzünü ovuşturdu ve gözlerini tepedeki şehirden zorla ayırdı Aydınlık kule onu büyülemişti; kapıya doğru giden ışınlar saçan yoldan koşup gitmek için duyduğu arzuyla savaştı. Sonunda, bir gayret döndü; böyle yapar yapmaz Yüzük'ün, boynundaki zincire asılarak kendisine karşı koyduğunu fark etti; gözleri de, o bakışlarını çevirirken, o an için sanki körleşmişlerdi. Önündeki karanlık zifiri bir renkteydi.
Yerde ürkmüş bir hayvan gibi sürünen Gollum daha şimdiden karanlık içinde gözden kayboluyordu. Sam, tökezleye tökezleye giden beyine destek olup onu götürürken, elinden geldiğince Gollum'u izledi. Derenin yakındaki kıyısına pek uzak olmayan bir yerde yolun kenarındaki taş duvarda bir boşluk vardı. Buradan geçtiler ve Sam, ilk başta tıpkı anayol gibi belli belirsiz pırıldayan dar bir patikada olduklarını gördü; yol korkunç çiçeklerin olduğu çayırın üzerine varınca sönükleşip kararıyor, vadinin kuzey kısmına doğru dolaşık, çarpık bir güzergâh izliyordu.
Bu patikada hobbitler yan yana, zahmetle yürüdüler; arada bir onları eliyle çağırmak için döndüğü zamanlar hariç, önlerindeki Gollum'u görmüyorlardı bile. Sonra Gollum'un gözleri, belki de iğrenç Morgul pırıltısını yansıtarak veya içinden ona cevap veren bir ruh haliyle tutuşarak yeşil-beyaz bir ışıkla parladı. Frodo ve Sam, o korkunç pırıltının ve karanlık göz çukurlarının hep bilincindeydiler, durmadan omuzları üzerinden arkaya bakıyor, sonra kararmakta olan patikayı bulmak için gözlerini çeviriyorlardı. Yavaş yavaş, zahmetle devam ettiler yollarına. Leş kokusunun ve zehirli derenin buharlannın üzerine çıkınca, daha rahat nefes almaya başladılar, zihinleri de açıldı; fakat şimdi de kol ve bacakları korkunç biçimde yorgun düşmüştü, sanki bütün bir gece boyunca ağır bir yük altında yürümüşler ya da kuvvetli bir akıntıya karşı uzun süre yüzmüşler gibi. Sonunda mola vermeden daha fazla ilerleyemeyecek duruma geldiler.
Frodo durarak bir kayanın üzerine oturdu. Artık çıplak kayanın büyük kamburuna tırmanmışlardı. Önlerinde vadi tarafında bir çıkıntı vardı; bunun tepesinden, sağ tarafında derin bir yarık bulunan, geniş bir kaya çıkıntısından başka bir şey olmayan yol, dolanarak devam ediyor, dağın dik güney yüzünden yukarı doğru, sonunda yukarıdaki karanlık içinde gözden kayboluncaya kadar tırmanıyordu.
"Biraz dinlenmem lazım Sam," diye fısıldadı Frodo. "Çok ağırlık yapıyor bu nesne evladım Sam, çok ağır. Acaba nereye kadar taşıyabileceğim onu? Her halükârda bunu denemeden önce dinlenmem lazım." Önlerindeki dar yolu gösterdi.
"Şışşt! şışşt!" diye tısladı Gollum aceleyle onlara dönerek. "Şışşt!" Parmakları dudaklarının üzerindeydi ve başını telaşla sallıyordu. Frodo'nun kolundan çekerek yolu işaret etti; fakat Frodo hareket etmiyordu.
"Henüz değil," dedi, "henüz değil." Yorgunluk ve yorgunluktan da ötesi bunaltıyordu gönlünü; sanki aklı ve bedeni üzerine ağır bir büyü yapılmıştı. "Dinlenmem lazım," diye mırıldandı.
Bunun üzerine Gollum'un korkusu ve tedirginliği o kadar büyüdü ki bir kez daha konuştu, parmaklarının arasından tıslayarak sanki sesini havadaki görünmeyen dinleyicilerden saklamaya çalışırmış gibi. "Burada değil, hayır. Burada dinlenme. Aptallar! Gösler bisi görebilir. Köprüye geldiklerinde bisi görürler. Gelin usaklasın! Tırmanın, tırmanın! Gelin!"
"Haydi Bay Frodo," dedi Sam. "Yine haklı. Burada duramayız."
"Tamam," dedi Frodo uzaktan gelen bir sesle, sanki yarı uykuluyken konuşurmuş gibi. "Deneyeceğim." Zar zor ayağa kalktı.
Fakat çok geç kalmışlardı. Tam o anda ayaklarının altındaki kaya titredi. O dev gürleme sesi, her zamankinden yüksek olarak yerden geldi ve dağlarda yankılandı. Sonra kör edici bir hızla koca, kırmızı bir şimşek çaktı. Doğudaki dağların çok ardında gökyüzüne sıçradı ve alçalmakta olan bulutları ala boyadı. O soğuk, korkunç ışığın ve gölgelerin vadisinde, dayanılmayacak kadar göz alıcı ve vahşi görünüyordu şimşek. Gorgoroth'ta coşan alevin önünde kayaların ve sırtların zirveleri dişli bıçaklar gibi, simsiyah fırlıyordu. Derken muazzam bir gökgürültüsü çatırdadı.
Ve Minas Morgul cevap verdi. Kurşun rengi şimşekler göz kamaştıran bir ışıkla parladı: Kuleden ve çevre tepelerden kasvetli bulutlara sıçrayan mavi alev çatalları. Toprak homurdandı ve şehirden bir çığlık yükseldi. Avcı kuşların tiz ve acı seslerine, öfke ve korku ile çıldırmış; atların acı kişnemelerine karışan, hızla yükselerek duyma sınırının dışında, kulakları yırtan bir perdeye varan keskin bir gıcırtı duyuldu. Hobbitler sese doğru dönerek elleriyle kulaklannı kapatıp kendilerini yere attılar...
Böylece yavaş yavaş ak köprüye vardılar. Burada belli belirsiz pırıldayan yol, vadinin ortasındaki derenin üzerinden geçip gidiyor, çarpık çurpuk dolanarak şehrin kapısına varıyordu: Şehrin kapısı, kuzey surlarının dış halkasına açılmış kara bir ağızdı. Her iki yanda da geniş düzlükler uzanıyordu, soluk beyaz çiçeklerle dolu gölgeli çayırlar. Çiçekler de aydınlıktı, güzellerdi güzel olmasına ama yine de biçimleri korkunçtu, tıpkı huzursuz bir rüyanın çılgın biçimleri gibi; bir de belli belirsiz, hasta edici bir mahzen kokusu yayıyorlardı; havayı bir çürümüşlük kokusu doldurdu. Çayırdan çayıra çıkıyordu köprü. Köprünün başında şekiller vardı, marifetle yontulmuş, insana ve hayvana benzeyen şeylerin suretleri; ama hepsi kokuşmuş ve iğrenç şeylerdi. Altından akan su sessizdi ve tütüyordu ama sudan yükselip köprünün etrafında kıvrılıp bükülerek dönen buhar korkunç biçimde soğuktu. Frodo duyularının sersemlediğini ve aklının karardığını fark etti. Sonra aniden, sanki kendi iradesi dışında başka bir irade iş başındaymış gibi acele etmeye, el yordamıyla ilerlemek istercesine ellerini uzatıp, başı bir yandan bir yana sallanırken ileri doğru yalpalaya yalpalaya gitmeye başladı. Hem Sam, hem Gollum onun peşinden koştular. Sam tam köprünün eşiğinde tökezlenip düşmek üzere olan beyini kolları arasına aldı.
"O taraftan değil! Hayır, o taraftan değil!" diye fısıldadı Gollum fakat dişleri arasındaki nefesi ağır sessizliği bir ıslık gibi yırttı adeta; o da dehşetle yere büzüştü.
"Sıkı dur Bay Frodo!" diye mırıldandı Sam Frodo'nun kulağına. "Geri gel! O taraftan değil. Gollum öyle diyor ve ben de ilk kez onunla aynı fikirdeyim."
Frodo yüzünü ovuşturdu ve gözlerini tepedeki şehirden zorla ayırdı Aydınlık kule onu büyülemişti; kapıya doğru giden ışınlar saçan yoldan koşup gitmek için duyduğu arzuyla savaştı. Sonunda, bir gayret döndü; böyle yapar yapmaz Yüzük'ün, boynundaki zincire asılarak kendisine karşı koyduğunu fark etti; gözleri de, o bakışlarını çevirirken, o an için sanki körleşmişlerdi. Önündeki karanlık zifiri bir renkteydi.
Yerde ürkmüş bir hayvan gibi sürünen Gollum daha şimdiden karanlık içinde gözden kayboluyordu. Sam, tökezleye tökezleye giden beyine destek olup onu götürürken, elinden geldiğince Gollum'u izledi. Derenin yakındaki kıyısına pek uzak olmayan bir yerde yolun kenarındaki taş duvarda bir boşluk vardı. Buradan geçtiler ve Sam, ilk başta tıpkı anayol gibi belli belirsiz pırıldayan dar bir patikada olduklarını gördü; yol korkunç çiçeklerin olduğu çayırın üzerine varınca sönükleşip kararıyor, vadinin kuzey kısmına doğru dolaşık, çarpık bir güzergâh izliyordu.
Bu patikada hobbitler yan yana, zahmetle yürüdüler; arada bir onları eliyle çağırmak için döndüğü zamanlar hariç, önlerindeki Gollum'u görmüyorlardı bile. Sonra Gollum'un gözleri, belki de iğrenç Morgul pırıltısını yansıtarak veya içinden ona cevap veren bir ruh haliyle tutuşarak yeşil-beyaz bir ışıkla parladı. Frodo ve Sam, o korkunç pırıltının ve karanlık göz çukurlarının hep bilincindeydiler, durmadan omuzları üzerinden arkaya bakıyor, sonra kararmakta olan patikayı bulmak için gözlerini çeviriyorlardı. Yavaş yavaş, zahmetle devam ettiler yollarına. Leş kokusunun ve zehirli derenin buharlannın üzerine çıkınca, daha rahat nefes almaya başladılar, zihinleri de açıldı; fakat şimdi de kol ve bacakları korkunç biçimde yorgun düşmüştü, sanki bütün bir gece boyunca ağır bir yük altında yürümüşler ya da kuvvetli bir akıntıya karşı uzun süre yüzmüşler gibi. Sonunda mola vermeden daha fazla ilerleyemeyecek duruma geldiler.
Frodo durarak bir kayanın üzerine oturdu. Artık çıplak kayanın büyük kamburuna tırmanmışlardı. Önlerinde vadi tarafında bir çıkıntı vardı; bunun tepesinden, sağ tarafında derin bir yarık bulunan, geniş bir kaya çıkıntısından başka bir şey olmayan yol, dolanarak devam ediyor, dağın dik güney yüzünden yukarı doğru, sonunda yukarıdaki karanlık içinde gözden kayboluncaya kadar tırmanıyordu.
"Biraz dinlenmem lazım Sam," diye fısıldadı Frodo. "Çok ağırlık yapıyor bu nesne evladım Sam, çok ağır. Acaba nereye kadar taşıyabileceğim onu? Her halükârda bunu denemeden önce dinlenmem lazım." Önlerindeki dar yolu gösterdi.
"Şışşt! şışşt!" diye tısladı Gollum aceleyle onlara dönerek. "Şışşt!" Parmakları dudaklarının üzerindeydi ve başını telaşla sallıyordu. Frodo'nun kolundan çekerek yolu işaret etti; fakat Frodo hareket etmiyordu.
"Henüz değil," dedi, "henüz değil." Yorgunluk ve yorgunluktan da ötesi bunaltıyordu gönlünü; sanki aklı ve bedeni üzerine ağır bir büyü yapılmıştı. "Dinlenmem lazım," diye mırıldandı.
Bunun üzerine Gollum'un korkusu ve tedirginliği o kadar büyüdü ki bir kez daha konuştu, parmaklarının arasından tıslayarak sanki sesini havadaki görünmeyen dinleyicilerden saklamaya çalışırmış gibi. "Burada değil, hayır. Burada dinlenme. Aptallar! Gösler bisi görebilir. Köprüye geldiklerinde bisi görürler. Gelin usaklasın! Tırmanın, tırmanın! Gelin!"
"Haydi Bay Frodo," dedi Sam. "Yine haklı. Burada duramayız."
"Tamam," dedi Frodo uzaktan gelen bir sesle, sanki yarı uykuluyken konuşurmuş gibi. "Deneyeceğim." Zar zor ayağa kalktı.
Fakat çok geç kalmışlardı. Tam o anda ayaklarının altındaki kaya titredi. O dev gürleme sesi, her zamankinden yüksek olarak yerden geldi ve dağlarda yankılandı. Sonra kör edici bir hızla koca, kırmızı bir şimşek çaktı. Doğudaki dağların çok ardında gökyüzüne sıçradı ve alçalmakta olan bulutları ala boyadı. O soğuk, korkunç ışığın ve gölgelerin vadisinde, dayanılmayacak kadar göz alıcı ve vahşi görünüyordu şimşek. Gorgoroth'ta coşan alevin önünde kayaların ve sırtların zirveleri dişli bıçaklar gibi, simsiyah fırlıyordu. Derken muazzam bir gökgürültüsü çatırdadı.
Ve Minas Morgul cevap verdi. Kurşun rengi şimşekler göz kamaştıran bir ışıkla parladı: Kuleden ve çevre tepelerden kasvetli bulutlara sıçrayan mavi alev çatalları. Toprak homurdandı ve şehirden bir çığlık yükseldi. Avcı kuşların tiz ve acı seslerine, öfke ve korku ile çıldırmış; atların acı kişnemelerine karışan, hızla yükselerek duyma sınırının dışında, kulakları yırtan bir perdeye varan keskin bir gıcırtı duyuldu. Hobbitler sese doğru dönerek elleriyle kulaklannı kapatıp kendilerini yere attılar...
Yüzüklerin Efendisi: İki Kule demiş ki
..Gollum
belli ki Minas Morgul'un kapıları açıldığında hobbitleri yattıkları
yerde bırakarak, kaya çıkıntısı boyunca sürünmüştü. Şimdi emekleyerek
geri geldi; dişleri takırdayarak ve parmakları şakırdayarak. "Aptal!
Sssalak!" diye tısladı. "Çabuk olun! Tehlike geçti sannetmesinler.
Geçmedi. Acele edin!"
Hobbitler cevap vermediler ama yükselen kaya çıkıntısından onu izlediler. Başka bir sürü belayla karşılaşmış olmalarına rağmen, bu iş hâlâ ikisinin de hoşuna gitmiyordu; neyse ki uzun sürmedi. Kısa bir süre sonra patika, dağın yan tarafının yeniden yükseldiği bir dirseğe vardı; yol burada aniden kayanın içindeki dar bir geçide giriyordu. Gollum'un sözünü etmiş olduğu düş merdivene varmışlardı. Neredeyse her yer zifiri karanlıktı, bir karış ötesini göremiyorlardı; fakat Gollum onlara döndüğünde, gözleri bir metre kadar yukarda soluk soluk parlıyordu.
"Dikkat!" diye fısıldadı. "Basamaklar. Bissürü basamak. Dikkat lassım!"
Gerçekten de dikkat gerekiyordu. İlk başlarda, artık her iki yanlarında da duvar olduğu için Frodo ile Sam'e kolay gelmişti merdivenleri çıkmak, fakat basamaklar bir el merdiveni kadar dikti neredeyse; yukarı tırmandıkça arkalarındaki siyah, yüksek ve uzun uçurumun daha bir farkına varır oldular. Üstelik basamaklar hem dar, hem düzensiz, hem de aldatıcıydı: Basamakların kenarları yıpranmıştı ve pürüzsüzdü; bazıları kırılmıştı, bazılarıysa her adımda çatırdıyordu Hobbitler sonunda çaresizlik içinde önlerindeki basamaklara tutunarak ve sızlayan dizlerini bükülüp düzelmeye zorlayarak, güç bela ilerlemeye devam ettiler; basamaklar dimdik dağın içine daldıkça, kaya duvarlar başlarının üzerinde daha da yukarılara uzanıyordu.
Bir zaman sonra, tam artık daha fazla dayanamayacaklarını hisset tiklerinde Gollum'un gözlerinin yeniden onlara baktığını gördüler. "Çıktık," diye fısıldadı. düş merdivenleri geçtik. Bu kadar yükseğe tırmanan akıllı hobbitler, çok akıllı hobbitler. Sadece birkaç minik basamak daha kaldı o kadar, evet."
Son derece yorgun ve sersemlemiş olan Sam ve onu izleyen Frodo, son basamağı tırmanıp bacaklarını ve dizlerini ovuşturarak yere oturdular. Hâlâ yukarı doğru daha yumuşak bir meyille ve basamaksız olarak tırmanıyor gibi görünen koyu karanlık bir geçitte bulunuyorlardı. Gollum fazla dinlenmelerine izin vermedi.
"Bir merdiven daha var," dedi. "Çok daha usun bir merdiven. Diğer merdivenin başına varınca dinlenin. Daha değil."
Sam homurdandı. "Daha uzun mu dediydin?" diye sordu.
"Evet, evet daha usun," dedi Gollum. "Fakat o kadar güç değil. Hobbitler Düş Merdiven'i çıktı. Şimdi sırada Döner Merdiven var."
"Ya ondan sonra ne var?" dedi Sam.
"Göreceğis," dedi Gollum yavaşça. "Evet, evet, göreceğis!"
"Bir tünel olduğunu söylemiştin sanırım," dedi Sam. "Bir tünel veya içinden geçilip gidilen bir yer yok mu?"
"A, evet, bir tünel var," dedi Gollum. "Fakat ordan geçmeye çalışmadan dinlenebilir hobbitler. Oradan geçerlerse, neredeyse tam tepeye varmış olurlar. Hemen hemen, eğer geçerlerse. Ya, öyle!"
Frodo ürperdi. Tırmanmak onu terletmişti fakat şimdi üşüyor, rutubeti hissediyordu; karanlık geçitte, yukardaki görülmeyen tepelerden gelen ürpertici bir hava akımı vardı. Ayağa kalkarak şöyle bir silkelendi. "Eh, haydi yola koyulalım!" dedi. "Burası oturulacak yer değil."
Hobbitler cevap vermediler ama yükselen kaya çıkıntısından onu izlediler. Başka bir sürü belayla karşılaşmış olmalarına rağmen, bu iş hâlâ ikisinin de hoşuna gitmiyordu; neyse ki uzun sürmedi. Kısa bir süre sonra patika, dağın yan tarafının yeniden yükseldiği bir dirseğe vardı; yol burada aniden kayanın içindeki dar bir geçide giriyordu. Gollum'un sözünü etmiş olduğu düş merdivene varmışlardı. Neredeyse her yer zifiri karanlıktı, bir karış ötesini göremiyorlardı; fakat Gollum onlara döndüğünde, gözleri bir metre kadar yukarda soluk soluk parlıyordu.
"Dikkat!" diye fısıldadı. "Basamaklar. Bissürü basamak. Dikkat lassım!"
Gerçekten de dikkat gerekiyordu. İlk başlarda, artık her iki yanlarında da duvar olduğu için Frodo ile Sam'e kolay gelmişti merdivenleri çıkmak, fakat basamaklar bir el merdiveni kadar dikti neredeyse; yukarı tırmandıkça arkalarındaki siyah, yüksek ve uzun uçurumun daha bir farkına varır oldular. Üstelik basamaklar hem dar, hem düzensiz, hem de aldatıcıydı: Basamakların kenarları yıpranmıştı ve pürüzsüzdü; bazıları kırılmıştı, bazılarıysa her adımda çatırdıyordu Hobbitler sonunda çaresizlik içinde önlerindeki basamaklara tutunarak ve sızlayan dizlerini bükülüp düzelmeye zorlayarak, güç bela ilerlemeye devam ettiler; basamaklar dimdik dağın içine daldıkça, kaya duvarlar başlarının üzerinde daha da yukarılara uzanıyordu.
Bir zaman sonra, tam artık daha fazla dayanamayacaklarını hisset tiklerinde Gollum'un gözlerinin yeniden onlara baktığını gördüler. "Çıktık," diye fısıldadı. düş merdivenleri geçtik. Bu kadar yükseğe tırmanan akıllı hobbitler, çok akıllı hobbitler. Sadece birkaç minik basamak daha kaldı o kadar, evet."
Son derece yorgun ve sersemlemiş olan Sam ve onu izleyen Frodo, son basamağı tırmanıp bacaklarını ve dizlerini ovuşturarak yere oturdular. Hâlâ yukarı doğru daha yumuşak bir meyille ve basamaksız olarak tırmanıyor gibi görünen koyu karanlık bir geçitte bulunuyorlardı. Gollum fazla dinlenmelerine izin vermedi.
"Bir merdiven daha var," dedi. "Çok daha usun bir merdiven. Diğer merdivenin başına varınca dinlenin. Daha değil."
Sam homurdandı. "Daha uzun mu dediydin?" diye sordu.
"Evet, evet daha usun," dedi Gollum. "Fakat o kadar güç değil. Hobbitler Düş Merdiven'i çıktı. Şimdi sırada Döner Merdiven var."
"Ya ondan sonra ne var?" dedi Sam.
"Göreceğis," dedi Gollum yavaşça. "Evet, evet, göreceğis!"
"Bir tünel olduğunu söylemiştin sanırım," dedi Sam. "Bir tünel veya içinden geçilip gidilen bir yer yok mu?"
"A, evet, bir tünel var," dedi Gollum. "Fakat ordan geçmeye çalışmadan dinlenebilir hobbitler. Oradan geçerlerse, neredeyse tam tepeye varmış olurlar. Hemen hemen, eğer geçerlerse. Ya, öyle!"
Frodo ürperdi. Tırmanmak onu terletmişti fakat şimdi üşüyor, rutubeti hissediyordu; karanlık geçitte, yukardaki görülmeyen tepelerden gelen ürpertici bir hava akımı vardı. Ayağa kalkarak şöyle bir silkelendi. "Eh, haydi yola koyulalım!" dedi. "Burası oturulacak yer değil."
Epey biryol kat ettikten sonra artık Frodo daha fazla ilerleyemez oldu, Sam'de ondan farksız sayılmazdı.
Yüzüklerin Efendisi: İki Kule demiş ki
İki
kocaman dikey kaya arasındaki karanlık bir yarığa oturdular Frodo ile
Sam biraz daha içeri, Gollum ise girişin yakınlarında, yere kıvrıldılar.
Burada hobbitler, isimsiz Ülke'ye inmeden önce, belki de birlikte
yiyecekleri son yemek olduğunu düşündükleri yemeği yediler. Gondor'un
yiyeceklerinin birazını ve elflerin yolluk peksimetlerini yediler ve
biraz da su içtiler. Fakat sularını idareli kullanıyorlar, sadece
kurumuş ağızlarını ıslatacak kadar içiyorlardı.
Bu karanlık ve korkunç yerde bile, tatlı bir muhabbete daldı hobbitler. Bütün yolculukları boyunca halklarının neşesi onlardan uzaklaşmış olsa da burada Morgul Vadisi'nde tekrar yakaladılar o neşeyi. Lakin o denli bir ahali bile çok uzun sürdüremedi ; huzursuz topraklardaki kısa mutluluğu...
Yüzüklerin Efendisi: İki Kule demiş ki
Ne
sığınaklarının ağzında, ne de etraftaki gölgeler içinde izi bile yoktu.
Her zamanki gibi bir yudum suyu kabul ettiği halde onların
yiyeceklerini reddetmişti; sonra da sanki uyumak için kıvrılmıştı. Bir
gün önceki uzun yokluğunun nedenlerinden birinin en azından kendi
zevkine göre yiyecek bulmak olduğunu varsaymışlardı; şimdi de belli ki
onlar konuşurken süzülüp gitmişti. Ama bu kez ne için?
"Haber vermeden sessizce gitmesinden hiç hoşlanmıyorum," dedi Sam. "Hele şimdi hiç hoşlanmıyorum. Buralarda yiyecek anyor olamaz, tabii özellikle yemekten hoşlandığı bir kaya varsa o başka. Yahu burada bir parça yosun bile yok!"
"Onun için endişe etmenin bir faydası yok şimdi," dedi Frodo. "O olmasaydı buraya kadar gelemezdik, geçidi görmüş olsaydık bile; o yüzden onun bu hallerine katlanmamız gerek. Eğer kötüyse, kötü."
"Yine de onun gözümün önünde olmasını isterdim," dedi Sam. "Hele kötüyse, daha da çok isterdim. Hatırlıyor musun, geçidin gözlenip gözlenmediğini hiç söylemedi. Şimdi de orada bir kule görüyoruz - terk edilmiş de olabilir, edilmemiş de. Sence onları getirmeye mi gitti; orkları veya her neyseler onları?"
"Hayır, zannetmem," diye cevap verdi Frodo. "Eğer bir kötülük düşünüyorsa bile, ki bu pek uzak bir ihtimal değil, bunun öyle bir kötülük olduğunu zannetmem: Yani orkları veya Düşman'ın hizmetkârlarından birini çağıracağını. Neden bu ana kadar beklesindi, bütün o tırmanma zahmetine katlansındı ve o kadar korktuğu bu topraklara bu kadar yaklaşsındı? Onunla karşılaştığımızdan beri birçok kez bizi orklara teslim edebilirdi. Hayır, eğer bir şey varsa bile bu oldukça gizli tuttuğu, kendine ait özel bir numaradır."
"Eh, sanırım haklısın Bay Frodo," dedi Sam. "Bunun beni pek rahatlattığı da yok ya. Kendimi aldatmıyorum tabii: Beni orklara seve seve vereceğinden hiç kuşkum yok. Fakat unutuyordum - Kıymetlisi. Hayır, herhalde başından beri aklındaki zavallı Smeagol'un Kıymetlisi idi. Küçük planlarındaki tek düşünce oydu, eğer bir planı varsa. Fakat bizi buraya getirmenin ona ne yararı olacağını hayal bile edemiyorum."
"Büyük bir ihtimalle o da edemiyordur," dedi Frodo." Ayrıca o bulanık zihninde sadece tek, belirli bir planın olduğunu da zannetmiyorum. Sanırım gerçekten de bir yerde Kıymetli'yi Düşman'dan korumaya çalışıyor, koruyabildiği sürece. Çünkü bu onun için de en son felaket olur, Düşman Yüzük'ü ele geçirirse yani. Diğer taraftan belki de sadece bizi oyalayıp bir fırsat kolluyordur."
"Evet Yıvışık ile Leş, daha önce de söylemiş olduğum gibi," dedi Sam. "Fakat Düşman'ın ülkesine ne kadar yaklaşırsak, Yıvışık o kadar Leş olacak. Sözlerimi iyi dinle: Eğer o geçide varırsak, bir çeşit sorun yaratmadan bizim kıymetli şeyi öbür tarafa götürmemize izin vermeyecek."
"Daha oraya varmadık," dedi Frodo.
"Hayır, ama varıncaya kadar gözlerimizi dört açalım. Eğer şekerleme yaparken yakalanırsak Leş çabucak üste çıkıverir. Yine de senin biraz kestirmenin şimdi bir tehlikesi yok beyim. Eğer bana yakın yatarsan tehlikesi yok. Senin biraz uyumandan çok memnun olacağım. Sana göz kulak olurum; zaten kolumu sana dolayabileceğim kadar yakınımda yatarsan Sam'in haberi olmadan kimse seninle elleşemez."
"Uyku!" dedi Frodo ve içini çekti, sanki çölde, serin bir yeşilliğin serabını görüyormuş gibi. "Evet, burada bile uyuyabilirim."
"Uyu o halde beyim! Başını kucağıma koy."
Böyle buldu onları Gollum saatler sonra önlerindeki karanlıktan çıkan patikadan emekleyerek ve sürünerek geri döndüğünde. Sam kayaya dayanarak oturmuş, başı yanına düşmüş ağır ağır nefes alıyordu. Kucağında derin uykulara dalmış Frodo'nun başı vardı; bembeyaz alnında Sam'in kara ellerinden biri vardı, diğeri ise tatlı tatlı beyinin göğsü üzerinde duruyordu. Her ikisinin yüzünden de huzur okunuyordu.
"Haber vermeden sessizce gitmesinden hiç hoşlanmıyorum," dedi Sam. "Hele şimdi hiç hoşlanmıyorum. Buralarda yiyecek anyor olamaz, tabii özellikle yemekten hoşlandığı bir kaya varsa o başka. Yahu burada bir parça yosun bile yok!"
"Onun için endişe etmenin bir faydası yok şimdi," dedi Frodo. "O olmasaydı buraya kadar gelemezdik, geçidi görmüş olsaydık bile; o yüzden onun bu hallerine katlanmamız gerek. Eğer kötüyse, kötü."
"Yine de onun gözümün önünde olmasını isterdim," dedi Sam. "Hele kötüyse, daha da çok isterdim. Hatırlıyor musun, geçidin gözlenip gözlenmediğini hiç söylemedi. Şimdi de orada bir kule görüyoruz - terk edilmiş de olabilir, edilmemiş de. Sence onları getirmeye mi gitti; orkları veya her neyseler onları?"
"Hayır, zannetmem," diye cevap verdi Frodo. "Eğer bir kötülük düşünüyorsa bile, ki bu pek uzak bir ihtimal değil, bunun öyle bir kötülük olduğunu zannetmem: Yani orkları veya Düşman'ın hizmetkârlarından birini çağıracağını. Neden bu ana kadar beklesindi, bütün o tırmanma zahmetine katlansındı ve o kadar korktuğu bu topraklara bu kadar yaklaşsındı? Onunla karşılaştığımızdan beri birçok kez bizi orklara teslim edebilirdi. Hayır, eğer bir şey varsa bile bu oldukça gizli tuttuğu, kendine ait özel bir numaradır."
"Eh, sanırım haklısın Bay Frodo," dedi Sam. "Bunun beni pek rahatlattığı da yok ya. Kendimi aldatmıyorum tabii: Beni orklara seve seve vereceğinden hiç kuşkum yok. Fakat unutuyordum - Kıymetlisi. Hayır, herhalde başından beri aklındaki zavallı Smeagol'un Kıymetlisi idi. Küçük planlarındaki tek düşünce oydu, eğer bir planı varsa. Fakat bizi buraya getirmenin ona ne yararı olacağını hayal bile edemiyorum."
"Büyük bir ihtimalle o da edemiyordur," dedi Frodo." Ayrıca o bulanık zihninde sadece tek, belirli bir planın olduğunu da zannetmiyorum. Sanırım gerçekten de bir yerde Kıymetli'yi Düşman'dan korumaya çalışıyor, koruyabildiği sürece. Çünkü bu onun için de en son felaket olur, Düşman Yüzük'ü ele geçirirse yani. Diğer taraftan belki de sadece bizi oyalayıp bir fırsat kolluyordur."
"Evet Yıvışık ile Leş, daha önce de söylemiş olduğum gibi," dedi Sam. "Fakat Düşman'ın ülkesine ne kadar yaklaşırsak, Yıvışık o kadar Leş olacak. Sözlerimi iyi dinle: Eğer o geçide varırsak, bir çeşit sorun yaratmadan bizim kıymetli şeyi öbür tarafa götürmemize izin vermeyecek."
"Daha oraya varmadık," dedi Frodo.
"Hayır, ama varıncaya kadar gözlerimizi dört açalım. Eğer şekerleme yaparken yakalanırsak Leş çabucak üste çıkıverir. Yine de senin biraz kestirmenin şimdi bir tehlikesi yok beyim. Eğer bana yakın yatarsan tehlikesi yok. Senin biraz uyumandan çok memnun olacağım. Sana göz kulak olurum; zaten kolumu sana dolayabileceğim kadar yakınımda yatarsan Sam'in haberi olmadan kimse seninle elleşemez."
"Uyku!" dedi Frodo ve içini çekti, sanki çölde, serin bir yeşilliğin serabını görüyormuş gibi. "Evet, burada bile uyuyabilirim."
"Uyu o halde beyim! Başını kucağıma koy."
Böyle buldu onları Gollum saatler sonra önlerindeki karanlıktan çıkan patikadan emekleyerek ve sürünerek geri döndüğünde. Sam kayaya dayanarak oturmuş, başı yanına düşmüş ağır ağır nefes alıyordu. Kucağında derin uykulara dalmış Frodo'nun başı vardı; bembeyaz alnında Sam'in kara ellerinden biri vardı, diğeri ise tatlı tatlı beyinin göğsü üzerinde duruyordu. Her ikisinin yüzünden de huzur okunuyordu.
Yüzüklerin Efendisi; İki Kule demiş ki
Gollum
onlara baktı. O ince ve aç yüzünden garip bir ifade gelip geçti.
Gözlerindeki pırıltı söndü; gözleri donuklaşıp grileştiler, yaşlı ve
yorgun oldular. Bir sancı kıvrandırıyordu sanki onu; dönüp geçide baktı,
sanki bir iç tartışma yaşıyormuş gibi başını salladı. Sonra geri geldi,
yavaş yavaş titreyen elini uzatarak, büyük bir
dikkatle Frodo'nun dizini elledi - ama bu temas bir okşamaydı neredeyse. Bir minicik an için, uyuyanlardan biri onu görmüş olsaydı, onu kendi zamanından, gençliğinin tarlalarından ve derelerinden, kendi arkadaşları ve akrabalarından çok sonraya bırakmış olan yıllarla küçülmüş, bir deri bir kemik kalmış acınacak bir şey, yaşlı yorgun bir hobbit gördüklerini zannederdi.
dikkatle Frodo'nun dizini elledi - ama bu temas bir okşamaydı neredeyse. Bir minicik an için, uyuyanlardan biri onu görmüş olsaydı, onu kendi zamanından, gençliğinin tarlalarından ve derelerinden, kendi arkadaşları ve akrabalarından çok sonraya bırakmış olan yıllarla küçülmüş, bir deri bir kemik kalmış acınacak bir şey, yaşlı yorgun bir hobbit gördüklerini zannederdi.
Yüzüklerin Efendisi; Ekler demiş ki
Gollum Shelob'u ziyaret eder, ama uyuyan Frodo'yu görünce neredeyse pisman olur.
Yüzüklerin Efendisi; İki Kule demiş ki
Fakat
o dokunuşla Frodo kıpırdanarak uykusunda hafifçe bağırdı ve Sam derhal
uyandı, ilk gördüğü şey, tahmin etmiş olduğu gibi, beyini "elleyen"
Gollum oldu.
"Hışşt sen!" dedi kabaca. "Ne halt kanştırıyorsun?"
"Hiç, hiç," dedi Gollum yavaşça. "Cici Bey!"
"Umarım," dedi Sam. "Fakat sen nerelerdeydin - sinsice bir gidiyorsun bir geliyorsun, seni ihtiyar hain seni?"
Gollum geri çekildi, ağır göz kapaklarının altından yeşil bir kıvılcım pırıldadı. Dört ayağı üzerine çömelmiş, patlak gözleriyle bir örümcek gibi bakıyordu şimdi neredeyse. O an, hatırlanmayacak şekilde geçip gitmişti. "Sinssice, sinssice!" diye tısladı. "Hobbitler hep kibardır, evet. Ey cici hobbitler! Smeagol onları kimsenin bulamayacağı gisli yollara götürüyor. Çok yorgun, çok susus, evet çok ssusus; onlara rehberlik ediyor, yolları arıyor ve onlar sinssice, sinssice diyor. Çok cici arkadaşlar, a evet kıymetlim, çok cici."
Sam biraz pişman olur gibi oldu ama güveni artmamıştı. "Özür dilerim," dedi. "Özür dilerim ama beni uykumdan aniden uyandırdın. Üstelik uyumamam gerekiyordu, bu da beni biraz aksi yaptı. Fakat Bay Frodo o kadar yorgundu ki ona biraz kestirmesini söyledim; eh işte böyle oldu. Kusura bakma. Ama sen nerelerdeydin?"
"Sinssice gesiyordum," dedi Gollum, yeşil kıvılcım gözlerinden gitmemişti.
"A, çok iyi," dedi Sam, "istediğin gibi olsun! Dediğin gibi bir şey yapıyordun herhalde. Ve şimdi hepimizin sessiz sedasız, sinsice ilerlememiz gerekiyor. Saat kaç? Bugün mü, yarın oldu mu?"
"Yarın oldu," dedi Gollum, "ya da hobbitler uykuya daldıklarında yarındı. Çok aptalca, çok tehlikeli - eğer savallı Smeagol etrafa gös kulak olmak için sinssice gesmeseydi."
"Galiba pek yakında o sözcükten bıkacağız," dedi Sam. "Fakat boşver. Ben beyi uyandırayım." Tatlılıkla Frodo'nun alnındaki saçı geriye doğru çekti ve eğilerek yavaşça konuştu.
"Uyan Bay Frodo! Uyan!"
Frodo kıpırdandı ve gözlerini açtı; üzerine eğilmiş Sam'in yüzünü görerek gülümsedi. "Beni yine erken kaldırdın değil mi Sam?" dedi. "Daha hava karanlık!"
"Evet, burası hep karanlık," dedi Sam. "Fakat Gollum geri geldi Bay Frodo ve yarın olduğunu söylüyor. Yani yürümeye devam etmemiz lazım. Son adım."
Frodo derin bir nefes alarak doğrulup oturdu. "Son adım!" dedi. "Hu Smeagol! Yiyecek bulabildin mi? Dinlenebildin mi?"
"Yemek yok, dinlenmek yok, Smeagol'e bir şey yok," dedi Gollum. "O sinssibiri."
Sam dilini damağında şaklattı, ama sonra kendine hâkim oldu.
"Kendine kötü sıfatlar yakıştırma Smeagol," dedi Frodo. "Bu akılsızca bir şey, doğru da olsa yanlış da olsa."
"Smeagol kendisine verileni kabul etmek sorunda," diye cevap verdi Gollum. "Bu sıfatı ona, her şeyi pek bilen iyi kalpli hobbit Efendi Samwise yakıştırdı."
Frodo Sam'e baktı. "Evet beyim," dedi. "Ben bu sözü kullanmıştım, uykumdan aniden uyanıp da onu ortalıklarda görüverince. Özür diledim ama yakında yaptığıma hiç de pişman olmamaya başlayacağım."
"Haydi o halde, bırakın bunu," dedi Frodo. "Fakat artık sen ve ben Smeagol, dönüm noktasına geldik gibi. Söyle bana. Yolun geri kalan kısmını kendi kendimize bulabilir miyiz? Geçidi ve geçide giden yolu görüyoruz artık; eğer o yolu şimdi bulabilirsek anlaşmamız bitmiş olacak. Sen verdiğin sözü tuttun ve özgürsün: Yiyeceklere ve dinlenmeye dönmek için özgürsün; Düşman'ın hizmetkârları hariç nereye gitmek istersen gidebilirsin. Hatta günün birinde seni ödüllendirebilirim, ben veya beni hatırlayanlardan biri."
"Yo, yo daha değil," diye sızlandı Gollum. "Yo hayır! Yolu kendi başlarına bulamaslar, bulabilirler mi? Yo, hayır, elbette hayır. Daha tünel var sırada. Smeagol yola devam etmeli. Dinlenme yok. Yemek yok. Daha yok
"Hışşt sen!" dedi kabaca. "Ne halt kanştırıyorsun?"
"Hiç, hiç," dedi Gollum yavaşça. "Cici Bey!"
"Umarım," dedi Sam. "Fakat sen nerelerdeydin - sinsice bir gidiyorsun bir geliyorsun, seni ihtiyar hain seni?"
Gollum geri çekildi, ağır göz kapaklarının altından yeşil bir kıvılcım pırıldadı. Dört ayağı üzerine çömelmiş, patlak gözleriyle bir örümcek gibi bakıyordu şimdi neredeyse. O an, hatırlanmayacak şekilde geçip gitmişti. "Sinssice, sinssice!" diye tısladı. "Hobbitler hep kibardır, evet. Ey cici hobbitler! Smeagol onları kimsenin bulamayacağı gisli yollara götürüyor. Çok yorgun, çok susus, evet çok ssusus; onlara rehberlik ediyor, yolları arıyor ve onlar sinssice, sinssice diyor. Çok cici arkadaşlar, a evet kıymetlim, çok cici."
Sam biraz pişman olur gibi oldu ama güveni artmamıştı. "Özür dilerim," dedi. "Özür dilerim ama beni uykumdan aniden uyandırdın. Üstelik uyumamam gerekiyordu, bu da beni biraz aksi yaptı. Fakat Bay Frodo o kadar yorgundu ki ona biraz kestirmesini söyledim; eh işte böyle oldu. Kusura bakma. Ama sen nerelerdeydin?"
"Sinssice gesiyordum," dedi Gollum, yeşil kıvılcım gözlerinden gitmemişti.
"A, çok iyi," dedi Sam, "istediğin gibi olsun! Dediğin gibi bir şey yapıyordun herhalde. Ve şimdi hepimizin sessiz sedasız, sinsice ilerlememiz gerekiyor. Saat kaç? Bugün mü, yarın oldu mu?"
"Yarın oldu," dedi Gollum, "ya da hobbitler uykuya daldıklarında yarındı. Çok aptalca, çok tehlikeli - eğer savallı Smeagol etrafa gös kulak olmak için sinssice gesmeseydi."
"Galiba pek yakında o sözcükten bıkacağız," dedi Sam. "Fakat boşver. Ben beyi uyandırayım." Tatlılıkla Frodo'nun alnındaki saçı geriye doğru çekti ve eğilerek yavaşça konuştu.
"Uyan Bay Frodo! Uyan!"
Frodo kıpırdandı ve gözlerini açtı; üzerine eğilmiş Sam'in yüzünü görerek gülümsedi. "Beni yine erken kaldırdın değil mi Sam?" dedi. "Daha hava karanlık!"
"Evet, burası hep karanlık," dedi Sam. "Fakat Gollum geri geldi Bay Frodo ve yarın olduğunu söylüyor. Yani yürümeye devam etmemiz lazım. Son adım."
Frodo derin bir nefes alarak doğrulup oturdu. "Son adım!" dedi. "Hu Smeagol! Yiyecek bulabildin mi? Dinlenebildin mi?"
"Yemek yok, dinlenmek yok, Smeagol'e bir şey yok," dedi Gollum. "O sinssibiri."
Sam dilini damağında şaklattı, ama sonra kendine hâkim oldu.
"Kendine kötü sıfatlar yakıştırma Smeagol," dedi Frodo. "Bu akılsızca bir şey, doğru da olsa yanlış da olsa."
"Smeagol kendisine verileni kabul etmek sorunda," diye cevap verdi Gollum. "Bu sıfatı ona, her şeyi pek bilen iyi kalpli hobbit Efendi Samwise yakıştırdı."
Frodo Sam'e baktı. "Evet beyim," dedi. "Ben bu sözü kullanmıştım, uykumdan aniden uyanıp da onu ortalıklarda görüverince. Özür diledim ama yakında yaptığıma hiç de pişman olmamaya başlayacağım."
"Haydi o halde, bırakın bunu," dedi Frodo. "Fakat artık sen ve ben Smeagol, dönüm noktasına geldik gibi. Söyle bana. Yolun geri kalan kısmını kendi kendimize bulabilir miyiz? Geçidi ve geçide giden yolu görüyoruz artık; eğer o yolu şimdi bulabilirsek anlaşmamız bitmiş olacak. Sen verdiğin sözü tuttun ve özgürsün: Yiyeceklere ve dinlenmeye dönmek için özgürsün; Düşman'ın hizmetkârları hariç nereye gitmek istersen gidebilirsin. Hatta günün birinde seni ödüllendirebilirim, ben veya beni hatırlayanlardan biri."
"Yo, yo daha değil," diye sızlandı Gollum. "Yo hayır! Yolu kendi başlarına bulamaslar, bulabilirler mi? Yo, hayır, elbette hayır. Daha tünel var sırada. Smeagol yola devam etmeli. Dinlenme yok. Yemek yok. Daha yok
Sonunda Gollum onları bahsettiği tünele getirdi...
Yüzüklerin Efendisi; İki Kule demiş ki
Derin
bir nefes çekerek, içeri girdiler. Birkaç adım attıklarında zifiri,
delinmez bir karanlığın içindeydiler. Moria'nın ışıksız geçitlerinden
beri Frodo ve Sam böyle bir karanlık görmemişlerdi ve eğer bu mümkün
idiyse, burada karanlık Moria'dan daha derin, daha yoğundu sanki. Orada
hava akımları vardı, yankılar vardı ve bir mesafe hissi vardı. Burada
hava durgun, hareketsiz, ağırdı ve sesler ölüyordu. Sanki karanlığın
kendisinden yapılmış siyah bir buhar içersinde yürüyorlardı, öyle ki
nefes aldıkça bu buhar sadece gözlere değil, zihne de bir körlük
veriyordu; böylece renklerin, biçimlerin ve herhangi bir ışığın anısı,
hafızadan solup gidiyordu. Her zaman gece vardı ve her zaman da
olacaktı, her şey geceydi.
Gollum önde hobbitler arkada bir müddet ilerlediler. İlerledikçe de tünelin sağ ve sol taraflarında geniş yarıklar farkettiler. Büyüklü küçüklü bir sürü açıklık, kiminde hava daha temiz - tabii bu mümkünse- kiminde ise daha ağır, daha yoğundu. Ama son farkettikleri ve düşmekten son anda kurtuldukları açıklık, bu iğrenç kokunun ve çürümüşlüğün kaynağıydı. Çünkü orada yaşardı Ungoliant'ın kızı Shelob; *Karanlığın Kraliçesi.
Yüzüklerin Efendisi; İki Kule demiş ki
Shelob
yok olmaktan kurtulup buraya nasıl gelmişti, hiçbir hikâyede yoktur,
çünkü Karanlık Yıllar'dan çok az hikâye erişebildi bugüne. Ama işte yine
de, Sauron'dan ve Baraddûr'un ilk taşından bile önce orada olan Shelob,
yine oradaydı; kendinden başka kimseye hizmet etmezdi; elflerin ve
insanların kanlarını emerek, durmak dinlenmek bilmeden kendine çektiği
ziyafetleri sindirmiş, karanlıktan ağlar kurmuş, şişmiş, şişmanlamıştı;
çünkü bütün canlılar onun yiyeceği sayılırdı, kusmuğu ise karanlıktı.
Dört bir yana, dere yataklarından dere yataklarına, Ephel Düath'tan
doğudaki tepelere. Dol Guldur'a ve Kuyutorman'ın sığınağına yayılmıştı
yavruları, sefil eşlerinin piçleri, ürettiği dölleri. Ama hiçbiri
onunla, Muhteşem Shelob ile, Ungoliant'ın mutsuz dünyanın başına bela
olan son kızı ile boy ölçüşemezdi.
Yıllar önce Gollum onu görmüştü; bütün karanlık delikleri kurcalayan Smeagol, geçmş günlerde onun önünde saygıyla eğilerek ona tapınmıştı ve Shelob'un kötü iradesinin karanlığı en bezgin zamanlarında yanında olmuş, onu ışıktan ve pişmanlıktan korumuştu. O da Shelob'a yiyecek getirme sözü vermişti. Fakat Shelob'un arzusu Gollum'unkinden çok farklıydı. Tüm diğer varlıklar için, hem zihnen, hem bedenen sadece ölümü, kendisi için ise sonunda dağlar onu kaldıramayacak, karanlık onu kapsayamayacak hale gelinceye kadar tıka basa yaşamı, sadece yaşamı arzulayan Shelob, kuleleri, yüzükleri ya da akıl veya el hüneriyle yaratılmış şeyleri ya pek bilmiyor, ya da umursamıyordu.
Fakat Shelob'un arzusunun gerçekleşmesine daha çok vardı; uzun zamandır da çok açtı; Sauron'un gücü artarken, ışık ile canlı şeyler sınırlannı terk edip giderken, vadideki şehir ölürken, elfler ile insanlar yanına yaklaşmaz olur ve sadece zavallı orklar yaklaşırken, o ininde pusuya yatmıştı. Hem kötü yiyecekti, hem de açıkgözdü orklar. Ama bir şeyler yemesi gerekiyordu; orklar ne kadar geçitlerinden ve kulelerinden yeni yeni yollar oysalar da, o hep onları tuzağa düşürmenin bir yolunu buluyordu. Ama daha tatlı bir et için yanıp tutuşuyordu. Ve Gollum ona istediğini getirmişti.
"Göreceğis, göreceğis," demişti sık sık kendine, Emyn Muil'den Morgul Vadisi'ne uzanan tehlikeli yolda giderken bu kötü ruh hali üzerine her çöktüğünde, "göreceğis. Olabilir, a, evet, Shelob kemiklerle boş giysileri attığında bulabiliris, olabilir, onu almas, Kıymetli'yi, güsel yiyecek getiren savallı Smeagol için bir ödül. Ve sös vermiş olduğumus gibi Kıymetli'yi de korumuş olacağıs. Evet, evet. Ve sağ salim elimise alınca, o saman Shelob görür gününü, evet, o saman O'na borcusumusu öderis kıymetlim. O saman herkese borcusumusu öderis!"
Böyle düşünüyordu yol arkadaşları uyurken, Shelob'a tekrar gidip, önünde eğildiği zaman bile hâlâ ondan gizleyebileceğini ümit ettiği şeytanlığının gizli odalarında.
Ve Sauron'a gelince: O Shelob'un nerelerde gizlendiğini biliyordu. Shelob'un orada aç açına ama kötülüğü hiç eksilmeden yaşıyor olması, kendi marifetiyle kendi ülkesine giden bu kadim yola yerleştirebileceği herhangi bir gözcüden çok daha emin bir gözcü olması onu memnun ediyordu. Orklara gelince, onlar yararlı kölelerdi ama sayıları çok fazlaydı. Arada bir Shelob'un açlığını bastırmak için bir ikisini yakalamasının onun için bir mahzuru yoktu: Onları gözden çıkarabilirdi. Birinin arada bir kedisine bir parça ciğer atması gibi (kedim diyordu ona, ama Shelob onu hiç de sahibi gibi görmüyordu); başka bir işine yaramayan tutsaklarını oraya yollardı Sauron: Onların Shelob'un deliğine sürülmelerini sağlar sonra da onun tutsaklarla nasıl oynadığının haberini dinlerdi.
Böylece yaşayıp gidiyorlardı, kendi oyunlarından zevk alıp, hiçbir saldırıdan, öfkeden veya kötülüklerinin sonundan korkmadan. Şimdiye kadar Shelob'un ağından kaçan hiçbir sinek olmamıştı ve artık öfkesi ile açlığı daha da büyümüştü.
Yıllar önce Gollum onu görmüştü; bütün karanlık delikleri kurcalayan Smeagol, geçmş günlerde onun önünde saygıyla eğilerek ona tapınmıştı ve Shelob'un kötü iradesinin karanlığı en bezgin zamanlarında yanında olmuş, onu ışıktan ve pişmanlıktan korumuştu. O da Shelob'a yiyecek getirme sözü vermişti. Fakat Shelob'un arzusu Gollum'unkinden çok farklıydı. Tüm diğer varlıklar için, hem zihnen, hem bedenen sadece ölümü, kendisi için ise sonunda dağlar onu kaldıramayacak, karanlık onu kapsayamayacak hale gelinceye kadar tıka basa yaşamı, sadece yaşamı arzulayan Shelob, kuleleri, yüzükleri ya da akıl veya el hüneriyle yaratılmış şeyleri ya pek bilmiyor, ya da umursamıyordu.
Fakat Shelob'un arzusunun gerçekleşmesine daha çok vardı; uzun zamandır da çok açtı; Sauron'un gücü artarken, ışık ile canlı şeyler sınırlannı terk edip giderken, vadideki şehir ölürken, elfler ile insanlar yanına yaklaşmaz olur ve sadece zavallı orklar yaklaşırken, o ininde pusuya yatmıştı. Hem kötü yiyecekti, hem de açıkgözdü orklar. Ama bir şeyler yemesi gerekiyordu; orklar ne kadar geçitlerinden ve kulelerinden yeni yeni yollar oysalar da, o hep onları tuzağa düşürmenin bir yolunu buluyordu. Ama daha tatlı bir et için yanıp tutuşuyordu. Ve Gollum ona istediğini getirmişti.
"Göreceğis, göreceğis," demişti sık sık kendine, Emyn Muil'den Morgul Vadisi'ne uzanan tehlikeli yolda giderken bu kötü ruh hali üzerine her çöktüğünde, "göreceğis. Olabilir, a, evet, Shelob kemiklerle boş giysileri attığında bulabiliris, olabilir, onu almas, Kıymetli'yi, güsel yiyecek getiren savallı Smeagol için bir ödül. Ve sös vermiş olduğumus gibi Kıymetli'yi de korumuş olacağıs. Evet, evet. Ve sağ salim elimise alınca, o saman Shelob görür gününü, evet, o saman O'na borcusumusu öderis kıymetlim. O saman herkese borcusumusu öderis!"
Böyle düşünüyordu yol arkadaşları uyurken, Shelob'a tekrar gidip, önünde eğildiği zaman bile hâlâ ondan gizleyebileceğini ümit ettiği şeytanlığının gizli odalarında.
Ve Sauron'a gelince: O Shelob'un nerelerde gizlendiğini biliyordu. Shelob'un orada aç açına ama kötülüğü hiç eksilmeden yaşıyor olması, kendi marifetiyle kendi ülkesine giden bu kadim yola yerleştirebileceği herhangi bir gözcüden çok daha emin bir gözcü olması onu memnun ediyordu. Orklara gelince, onlar yararlı kölelerdi ama sayıları çok fazlaydı. Arada bir Shelob'un açlığını bastırmak için bir ikisini yakalamasının onun için bir mahzuru yoktu: Onları gözden çıkarabilirdi. Birinin arada bir kedisine bir parça ciğer atması gibi (kedim diyordu ona, ama Shelob onu hiç de sahibi gibi görmüyordu); başka bir işine yaramayan tutsaklarını oraya yollardı Sauron: Onların Shelob'un deliğine sürülmelerini sağlar sonra da onun tutsaklarla nasıl oynadığının haberini dinlerdi.
Böylece yaşayıp gidiyorlardı, kendi oyunlarından zevk alıp, hiçbir saldırıdan, öfkeden veya kötülüklerinin sonundan korkmadan. Şimdiye kadar Shelob'un ağından kaçan hiçbir sinek olmamıştı ve artık öfkesi ile açlığı daha da büyümüştü.
İşte Smeagol onları böylesi büyük bir tehlikeyle, bu korkunç yerde bırakarak efendisine ihanet ederek sinsi planını uygulamaya koydu.
Yüzüklerin Efendisi; İki Kule demiş ki
Yumuşak
pelte gibi bedenini ve katlanmış bacaklarını ininin üst deliklerinden
çıkarır çıkarmaz korkunç bir hızla hareket etmeye başladı; kâh
gıcırtılı bacakları üzerinde yürüyor, kâh aniden sıçrayıveriyordu. Sam
ile beyinin arasındaydı. Ya Sam'i görmemişti, ya da ışığı taşıyan o
olduğu için ondan sakınmış, bütün dikkatini tek bir av üzerine,
Şişecik'inden ayrı, hiçbir şeyi umursamadan patikada koşan ve henüz
tehlikeyi fark etmemiş olan Frodo üzerine yoğunlaştırmıştı. Hızla
koşuyordu Frodo ama Shelob daha hızlıydı; bir iki sıçrayışta onu
yakalayacaktı.
Sam, ağzını açtı ve kalan bütün nefesini bağırmak için topladı. "Arkana bak!" diye bağırdı. "Dikkat beyim! Ben..." ama aniden haykırışı boğuldu.
Uzun ıslak bir el ağzını kapattı ve bir şey kendisini bacaklarına sarmalarken bir başkası da ensesinden yakaladı. Boş bulunarak geriye, kendisine saldıranın kollarına yuvarlandı. "Yakaladık!" diye tısladı Gollum kulağına. "Sonunda kıymetlim, onu yakaladık, evet, pis hobbiti yakaladık. Bunu bis alacağıs. O ise öbürüsünü alacak. Ah, evet, onu Shelob alacak, Smeagol değil: Smeagol sös verdi: O Bey'in canını hiç acıtmayacak. Ama seni eline geçirdi, seni kötü, piss minik sinssi!" Sam'in ensesine tükürdü.
Bu ihanet karşısında duyduğu hiddet ve beyi korkunç bir tehlike altındayken alıkonuyor olması Sam'e, Gollum'un bu salak ve uyuşuk hobbitten -çünkü Gollum Sam'i öyle sanıyordu- beklediğinin çok ötesinde ani bir şiddet ve güç vermişti. Gollum kendisi bile o kadar çabuk ve o kadar hiddetle dönemezdi. Sam'in ağzındaki eli kaydı; Sam yeniden, ensesindeki elden de kurtulmak için başını eğerek ileriye bir hamle yaptı. Kılıcı hâlâ elindeydi ve sol kolunda, kösele şeritlerinden asılı duran Faramir'in sopası vardı. Dönüp düşmanına kılıcıyla vurmak için delirmiş gibi çabaladı. Fakat Gollum çok atikti. Uzun sağ kolunu uzatarak Sam'in bileğini kavradı: Parmakları mengene gibiydi; yavaş yavaş amansızca Sam'in bileğini kıvırdı; acı içinde kılıcı elinden bırakıncaya kadar; bütün bu zaman zarfında Gollum'un diğer eli Sam'in boğazını gitgide daha da çok sıkıyordu.
Sonra Sam son numarasını yaptı. Bütün gücüyle kendini Gollum'dan ayırarak ayaklarını sağlam bir şekilde yere bastı; sonra aniden bacaklarıyla yerden güç alarak, vargücüyle kendisini arkaya attı.
Bu kadar basit bir numarayı dahi Sam'den beklemeyen Gollum, Sam üstünde kalacak şekilde yere yuvarlandı ve kuvvetli hobbitin bütün ağırlığını midesinde hisseti. Sert bir tıslama koyverdi ve bir an için Sam'in boğazındaki eli gevşedi; ama parmakları hâlâ kılıcı tutan elini kavrıyordu. Sam ileriye atılarak kendini ondan koparırcasına ayırdı, ayağa kalktı, sonra çabucak, bileği Gollum'un elinde olduğu için bir eksen etrafında döner gibi sağa doğru döndü. Sol elindeki sopayı kavrayarak havaya doğru savurdu ve sopa büyük bir çatırtıyla tam dirseğinin altından Gollum'un uzanmış koluna indi.
Viyaklayarak elini bıraktı Gollum. O zaman Sam şiddetle girişti; sopayı sol elinden sağ eline almak için bile vakit geçirmeden acımasız bir darbe daha indirdi. Bir yılan hızıyla Gollum kenara kaydı ve başına nişanlanmış darbe sırtına indi. Sopa çatırdayarak kırıldı. Bu Gollum'a yetti. Arkadan sarılmak onun eski bir oyunuydu ve çoğu kez başarılı olmuştu bu oyunda. Ama bu kez, kendi gareziyle aldanarak, her iki elini kurbanının boğazına yerleştirmeden konuşmak ve alay etmek hatasını yapmıştı. Karanlıkta hiç beklenmedik biçimde çakan o korkunç ışıktan beri güzelim planı baştan sona ters gitmişti. Şimdi de kendisinden biraz daha küçük olan gözü dönmüş düşmanıyla karşı karşıya kalmıştı. Bu dövüş ona göre değildi. Sam kılıcını yerden savururcasına alarak kaldırdı. Gollum viyakladı ve dört ayak üzerinde yana sıçrayarak, bir kurbağa gibi tek bir koca sıçrayışla uzaklaştı. Sam ona ulaşamadan, hayret verici bir hızla geriye, tünellere doğru gitmişti.
Elinde kılıç onu izledi Sam. O an için, beyninin içindeki kızıl hiddetten ve Gollum'u öldürme arzusundan başka her şeyi unutmuştu. Fakat onu yakalayamadan Gollum gitmişti bile. O zaman, karanlık delik önünde dururken, leş kokusu çıkıp onu karşıladı ve yüzüne çarpan bir tokat gibi Frodo ile canavarın düşüncesi Sam'in aklında çaktı. Arkasına döndü, beyinin ismini bağıra bağıra, deliler gibi yoldan koştu. Çok geç kalmıştı. Şimdilik Gollum'un planı başarılı olmuştu.
Sam, ağzını açtı ve kalan bütün nefesini bağırmak için topladı. "Arkana bak!" diye bağırdı. "Dikkat beyim! Ben..." ama aniden haykırışı boğuldu.
Uzun ıslak bir el ağzını kapattı ve bir şey kendisini bacaklarına sarmalarken bir başkası da ensesinden yakaladı. Boş bulunarak geriye, kendisine saldıranın kollarına yuvarlandı. "Yakaladık!" diye tısladı Gollum kulağına. "Sonunda kıymetlim, onu yakaladık, evet, pis hobbiti yakaladık. Bunu bis alacağıs. O ise öbürüsünü alacak. Ah, evet, onu Shelob alacak, Smeagol değil: Smeagol sös verdi: O Bey'in canını hiç acıtmayacak. Ama seni eline geçirdi, seni kötü, piss minik sinssi!" Sam'in ensesine tükürdü.
Bu ihanet karşısında duyduğu hiddet ve beyi korkunç bir tehlike altındayken alıkonuyor olması Sam'e, Gollum'un bu salak ve uyuşuk hobbitten -çünkü Gollum Sam'i öyle sanıyordu- beklediğinin çok ötesinde ani bir şiddet ve güç vermişti. Gollum kendisi bile o kadar çabuk ve o kadar hiddetle dönemezdi. Sam'in ağzındaki eli kaydı; Sam yeniden, ensesindeki elden de kurtulmak için başını eğerek ileriye bir hamle yaptı. Kılıcı hâlâ elindeydi ve sol kolunda, kösele şeritlerinden asılı duran Faramir'in sopası vardı. Dönüp düşmanına kılıcıyla vurmak için delirmiş gibi çabaladı. Fakat Gollum çok atikti. Uzun sağ kolunu uzatarak Sam'in bileğini kavradı: Parmakları mengene gibiydi; yavaş yavaş amansızca Sam'in bileğini kıvırdı; acı içinde kılıcı elinden bırakıncaya kadar; bütün bu zaman zarfında Gollum'un diğer eli Sam'in boğazını gitgide daha da çok sıkıyordu.
Sonra Sam son numarasını yaptı. Bütün gücüyle kendini Gollum'dan ayırarak ayaklarını sağlam bir şekilde yere bastı; sonra aniden bacaklarıyla yerden güç alarak, vargücüyle kendisini arkaya attı.
Bu kadar basit bir numarayı dahi Sam'den beklemeyen Gollum, Sam üstünde kalacak şekilde yere yuvarlandı ve kuvvetli hobbitin bütün ağırlığını midesinde hisseti. Sert bir tıslama koyverdi ve bir an için Sam'in boğazındaki eli gevşedi; ama parmakları hâlâ kılıcı tutan elini kavrıyordu. Sam ileriye atılarak kendini ondan koparırcasına ayırdı, ayağa kalktı, sonra çabucak, bileği Gollum'un elinde olduğu için bir eksen etrafında döner gibi sağa doğru döndü. Sol elindeki sopayı kavrayarak havaya doğru savurdu ve sopa büyük bir çatırtıyla tam dirseğinin altından Gollum'un uzanmış koluna indi.
Viyaklayarak elini bıraktı Gollum. O zaman Sam şiddetle girişti; sopayı sol elinden sağ eline almak için bile vakit geçirmeden acımasız bir darbe daha indirdi. Bir yılan hızıyla Gollum kenara kaydı ve başına nişanlanmış darbe sırtına indi. Sopa çatırdayarak kırıldı. Bu Gollum'a yetti. Arkadan sarılmak onun eski bir oyunuydu ve çoğu kez başarılı olmuştu bu oyunda. Ama bu kez, kendi gareziyle aldanarak, her iki elini kurbanının boğazına yerleştirmeden konuşmak ve alay etmek hatasını yapmıştı. Karanlıkta hiç beklenmedik biçimde çakan o korkunç ışıktan beri güzelim planı baştan sona ters gitmişti. Şimdi de kendisinden biraz daha küçük olan gözü dönmüş düşmanıyla karşı karşıya kalmıştı. Bu dövüş ona göre değildi. Sam kılıcını yerden savururcasına alarak kaldırdı. Gollum viyakladı ve dört ayak üzerinde yana sıçrayarak, bir kurbağa gibi tek bir koca sıçrayışla uzaklaştı. Sam ona ulaşamadan, hayret verici bir hızla geriye, tünellere doğru gitmişti.
Elinde kılıç onu izledi Sam. O an için, beyninin içindeki kızıl hiddetten ve Gollum'u öldürme arzusundan başka her şeyi unutmuştu. Fakat onu yakalayamadan Gollum gitmişti bile. O zaman, karanlık delik önünde dururken, leş kokusu çıkıp onu karşıladı ve yüzüne çarpan bir tokat gibi Frodo ile canavarın düşüncesi Sam'in aklında çaktı. Arkasına döndü, beyinin ismini bağıra bağıra, deliler gibi yoldan koştu. Çok geç kalmıştı. Şimdilik Gollum'un planı başarılı olmuştu.
Yüzüklerin Efendisi; İki Kule demiş ki
Frodo
sırt üstü yerde yatıyordu ve canavar üzerine eğilmiş, bütün dikkatini
kurbanına o kadar vermişti ki, iyice yaklaşıncaya kadar ne Sam'e, ne
haykırışlarına kulak asmadı. Sam koşarken Frodo'nun bağlarla bağlanmış,
bileğinden omuzuna kadar sarılıp sarmalanmış olduğunu, canavarın da
onu kocaman ön bacaklarıyla yarı kaldırıp, yarı sürükleyerek götürmeye
hazırlandığını gördü.
Beri yanında yerde, elinden düşmüş işe yaramaz halde yatan parlak elf kılıcı duruyordu. Sam ne yapılması gerektiğini düşünmek için, ya da bunu cesaretten mi, sadakatten mi, yoksa öfkeden mi yaptığını anlamak için durmadı. Bir narayla ileri atıldı ve beyinin kılıcını sol eline aldı. Sonra saldırdı. Tek silahı dişleri olan çaresiz, minik bir yaratığın, düşmüş olan eşinin üzerinde duran kürkten ve boynuzdan bir kuleye saldırmasının doğal olduğu hayvanların vahşi dünyasında bile böylesine şiddetli bir saldırı hiç görülmemişti.
Shelob sanki onun cılız narasıyla şeytanca zevk duyduğu bir rüyadan uyandırılmış gibi, korkunç bir kötülük taşıyan nazarını yavaş yavaş Sam'e çevirdi. Fakat henüz sayısız yıllar boyunca hiç tanımamış olduğu kadar büyük bir hiddetle yüzyüze olduğunu kavrayamadan, parlayan kılıç ayağından soktu onu ve pençesini biçti. Sam içeri, Shelob'un ayaklarının kemerleri arasına atıldı ve diğer elinin hızlı yardımıyla, Shelob'un eğilmiş başındaki göz kümesine kılıcı sapladı. Büyük bir göz karardı.
Artık o zavallı yaratık Shelob'un tam altında, o an için iğnesinin ve pençelerinin uzanamayacağı bir yerdeydi. Shelob'un iğrenç bir ışık yayan koca göbeği tam Sam'in tepesindeydi ve pis kokusu neredeyse onu yere deviriyordu. Hiddeti, Shelob üzerine çöküp onu ve cesaretinden gelen küstahlığı ezmeden, bir darbe daha indirecek kadar sürdü; parlak elf kılıcı ve deli gücüyle Shelob'u bir kez daha deşti.
Beri yanında yerde, elinden düşmüş işe yaramaz halde yatan parlak elf kılıcı duruyordu. Sam ne yapılması gerektiğini düşünmek için, ya da bunu cesaretten mi, sadakatten mi, yoksa öfkeden mi yaptığını anlamak için durmadı. Bir narayla ileri atıldı ve beyinin kılıcını sol eline aldı. Sonra saldırdı. Tek silahı dişleri olan çaresiz, minik bir yaratığın, düşmüş olan eşinin üzerinde duran kürkten ve boynuzdan bir kuleye saldırmasının doğal olduğu hayvanların vahşi dünyasında bile böylesine şiddetli bir saldırı hiç görülmemişti.
Shelob sanki onun cılız narasıyla şeytanca zevk duyduğu bir rüyadan uyandırılmış gibi, korkunç bir kötülük taşıyan nazarını yavaş yavaş Sam'e çevirdi. Fakat henüz sayısız yıllar boyunca hiç tanımamış olduğu kadar büyük bir hiddetle yüzyüze olduğunu kavrayamadan, parlayan kılıç ayağından soktu onu ve pençesini biçti. Sam içeri, Shelob'un ayaklarının kemerleri arasına atıldı ve diğer elinin hızlı yardımıyla, Shelob'un eğilmiş başındaki göz kümesine kılıcı sapladı. Büyük bir göz karardı.
Artık o zavallı yaratık Shelob'un tam altında, o an için iğnesinin ve pençelerinin uzanamayacağı bir yerdeydi. Shelob'un iğrenç bir ışık yayan koca göbeği tam Sam'in tepesindeydi ve pis kokusu neredeyse onu yere deviriyordu. Hiddeti, Shelob üzerine çöküp onu ve cesaretinden gelen küstahlığı ezmeden, bir darbe daha indirecek kadar sürdü; parlak elf kılıcı ve deli gücüyle Shelob'u bir kez daha deşti.
Frodo ve Sam Gollum'un sinsi planından, Shelob'un dehşetinden ve Cirith Ungol'un muhafızlarından kurtulmaya çalışırken Gollum nerelerde ne yapıyor, acısını nasıl dindiriyor, bir yerlere sinmiş sızlanıyor mu bilinmez. Ama bir müddet ortalarda gözükmedi. Genede ne yaptığını tahmin etmek pek zor olmasa gerek: açlığa ve susuzluğa dayanarak kıymetlisini alabilmenin umuduyla sevinip; acısını unutarak, durmadan, dinlenmeden hobbitleri arıyordu.
Tüm bunlara birde hakkında çıkarılan "yakalanma emri" eklenince Gollum'un başı orklarla da belaya girdi. Tüm bu karışıklığın ortasında biraz fazla göze batmıştı.
Her şeye rağmen Crith Ungol'dan ve bir müddet için orklardan kurtulan hobbitleri bulması zor olmadı.
Yüzüklerin Efendisi; Kralın Dönüşü demiş ki
Frodo'ya
biraz su ve bir parça da peksimet verdi ve pelerinini beyinin başının
altına yastık yaptı. Frodo tartışamayacak kadar yorgundu; Sam de ona,
suyun son yudumunu da içmiş olduğunu ve kendisininkiyle birlikte Sam'in
hakkını da yediğini söylemedi. Frodo uyuduğunda Sam onun üzerine
eğilerek nefesini dinledi ve yüzünü inceledi. Yüzü kırışmış, incelmişti
ama yine de uykudayken memnun ve korkusuz görünüyordu. "Eh işte
başlıyorum. Beyim!" diye mırıldandı Sam kendi kendine. "Senden biraz
ayrılıp işi şansa bırakmam gerekecek. Su bulmamız şart, ben de çok
uzaklaşmayacağım zaten."
Sam emekleyerek çıktı; hobbit dikkatinden bile daha büyük bir dikkatle, bir kayadan bir kayaya geçerek su yoluna indi ve kuzeye doğru tırmanan su yolunu, bir zamanlar kaynağının gürüldeye güriildeye aktığından kuşku olmayan kayadan basamaklara gelinceye kadar biraz takip etti. Her şey kuru ve sessiz görünüyordu; fakat umutsuzluğa düşmeyi kabullenmeyen Sam eğilerek dinledi ve büyük bir keyifle şırıltı sesini duydu. Birkaç adım tırmandıktan sonra tepenin kenarından çıkıp, sonra tekrar içinden dökülen, sonra da çıplak taşlar arasında kaybolan küçük çıplak bir havuzcuğu dolduran karanlık sulu minik bir akarsu gördü.
Sam suyun tadına baktı, yeterince güzeldi. Sonra kana kana içti, matarasını doldurdu ve geriye gitmek için arkasını döndü. Tam o anda Frodo'nun saklandığı yerin yakınlarındaki kayaların arasına kaçan siyah bir cisim veya gölge takıldı gözüne. Çığlık atmamak için kendine zor hâkim olarak pınardan aşağıya sıçrayıp taştan taşa atlayarak koşmaya başladı. Çok dikkatli bir yaratıktı, görülmesi zordu ama Sam'in bu konuda pek kuşkusu yoktu: Ellerini boynuna geçirmek için can atıyordu. Fakat o Sam'in yaklaşmakta olduğunu duymuştu ve çabucak sıvışıverdi. Sam, o dalıp gözden kaybolmadan önce onu doğu tarafındaki uçurumun kenarında durmuş bakarken şöyle bir gözünün ucuyla gördüğünü düşündü.
"Eh şansım yaver gitti," diye mırıldandı Sam, "ama kıl payı kalmıştı! Binlerce orkun arasında bir o yıvışık şey eksikti! Keşke onu vurmuş olsalardı!" Frodo'nun yanına oturdu ve Frodo'yu uyandırmadı; fakat kendisi uyumaya cesaret edemedi. Sonunda gözlerinin kapanmaya başladığını fark edince, uyanık kalmak için vereceği savaşta galip çıkamayacağını bildiğinden kibarca Frodo'yu uyandırdı.
"O Gollum yine etraflarda galiba Bay Frodo," dedi. "En azından, eğer o değildiyse o zaman ikiziydi demektir. Su bulmak için biraz uzaklaşmıştım, tam geri döndüğümde onun etrafı kolaçan ederken yakaladım. Sanırım ikimizin birlikte uyuması emniyetli olmayacak; çok özür dilerim ama artık göz kapaklarımı açık tutamıyorum."
"Çok yaşayasın Sam!" dedi Frodo. "Yat da sıran gelmişken uyu! Ama ben orklardansa Gollum'u tercih ederim. En azından bizi onlara teslim etmez kendi yakalanmadıktan sonra."
"Ama kendi adına biraz hırsızlık ve katillik yapabilir," diye homurdandı Sam. "Gözlerini dört aç Bay Frodo! Su dolu bir matara var iç. Yola devam edeceğimiz zaman yeniden doldururuz." Bu sözle Sam uykuya daldı.
Uyandığında ışık zayıflıyordu. Frodo gerideki kayaya dayanmış oturuyordu ama neredeyse uyuyor gibiydi. Matara boştu. Gollum'dan izmiz yoktu.
Sam emekleyerek çıktı; hobbit dikkatinden bile daha büyük bir dikkatle, bir kayadan bir kayaya geçerek su yoluna indi ve kuzeye doğru tırmanan su yolunu, bir zamanlar kaynağının gürüldeye güriildeye aktığından kuşku olmayan kayadan basamaklara gelinceye kadar biraz takip etti. Her şey kuru ve sessiz görünüyordu; fakat umutsuzluğa düşmeyi kabullenmeyen Sam eğilerek dinledi ve büyük bir keyifle şırıltı sesini duydu. Birkaç adım tırmandıktan sonra tepenin kenarından çıkıp, sonra tekrar içinden dökülen, sonra da çıplak taşlar arasında kaybolan küçük çıplak bir havuzcuğu dolduran karanlık sulu minik bir akarsu gördü.
Sam suyun tadına baktı, yeterince güzeldi. Sonra kana kana içti, matarasını doldurdu ve geriye gitmek için arkasını döndü. Tam o anda Frodo'nun saklandığı yerin yakınlarındaki kayaların arasına kaçan siyah bir cisim veya gölge takıldı gözüne. Çığlık atmamak için kendine zor hâkim olarak pınardan aşağıya sıçrayıp taştan taşa atlayarak koşmaya başladı. Çok dikkatli bir yaratıktı, görülmesi zordu ama Sam'in bu konuda pek kuşkusu yoktu: Ellerini boynuna geçirmek için can atıyordu. Fakat o Sam'in yaklaşmakta olduğunu duymuştu ve çabucak sıvışıverdi. Sam, o dalıp gözden kaybolmadan önce onu doğu tarafındaki uçurumun kenarında durmuş bakarken şöyle bir gözünün ucuyla gördüğünü düşündü.
"Eh şansım yaver gitti," diye mırıldandı Sam, "ama kıl payı kalmıştı! Binlerce orkun arasında bir o yıvışık şey eksikti! Keşke onu vurmuş olsalardı!" Frodo'nun yanına oturdu ve Frodo'yu uyandırmadı; fakat kendisi uyumaya cesaret edemedi. Sonunda gözlerinin kapanmaya başladığını fark edince, uyanık kalmak için vereceği savaşta galip çıkamayacağını bildiğinden kibarca Frodo'yu uyandırdı.
"O Gollum yine etraflarda galiba Bay Frodo," dedi. "En azından, eğer o değildiyse o zaman ikiziydi demektir. Su bulmak için biraz uzaklaşmıştım, tam geri döndüğümde onun etrafı kolaçan ederken yakaladım. Sanırım ikimizin birlikte uyuması emniyetli olmayacak; çok özür dilerim ama artık göz kapaklarımı açık tutamıyorum."
"Çok yaşayasın Sam!" dedi Frodo. "Yat da sıran gelmişken uyu! Ama ben orklardansa Gollum'u tercih ederim. En azından bizi onlara teslim etmez kendi yakalanmadıktan sonra."
"Ama kendi adına biraz hırsızlık ve katillik yapabilir," diye homurdandı Sam. "Gözlerini dört aç Bay Frodo! Su dolu bir matara var iç. Yola devam edeceğimiz zaman yeniden doldururuz." Bu sözle Sam uykuya daldı.
Uyandığında ışık zayıflıyordu. Frodo gerideki kayaya dayanmış oturuyordu ama neredeyse uyuyor gibiydi. Matara boştu. Gollum'dan izmiz yoktu.
Mordor'un kuru topraklarında yaptığı ilk hamle boşa gitmişti Gollum'un ama tamamen yararsız sayılmazdı. Çünkü hobbitlerin izini bulmuştu ve bir daha da kolay kolay kaybetmezdi...
Yüzüklerin Efendisi; Kralın Dönüşü demiş ki
Sonunda
endişeleriyle yorgun düşüp her şeyi zamana bırakarak uyuklamaya
başlamıştı Sam; artık başka bir şey yapamazdı. Rüyalar ve uyanıklık
huzursuz bir biçimde birbirine karıştı. Şeytani bir zevkle pırıldayan
gözler, sürünen kara şekiller görüyor, vahşi hayvanların seslerini veya
işkence gören yaratıkların korkunç çığlıklarını duyuyor ama sıçrayıp
uyandığında dünyanın kapkaranlık olduğunu fark ediyor, etrafında boş bir
siyahlık buluyordu. Bir keresinde ayağa kalkıp etrafa çılgınca
bakınırken, artık uyanık olmasına rağmen, hâlâ soluk
ışıklara benzeyen gözler görür gibi olmuştu; ama onlar da kısa sürede titreşerek söndüler.
ışıklara benzeyen gözler görür gibi olmuştu; ama onlar da kısa sürede titreşerek söndüler.
Gollum'un hobbitleri rahat bırakmaya niyeti yoktu. Bütün tehlikeyi göze alıp saldırmak için bir fırsat kolluyordu. İkinci saldırısıda boşa gitmişti ama üçüncüsü en kötüsü ve sonuncusuydu...
Yüzüklerin Efendisi; Kralın Dönüşü demiş ki
Yükü
altında soluk soluğa kalan Sam dirsekten döndü; tam dönerken de gözünün
ucuyla kayalıktan düşen bir şeyi fark etti, sanki o geçerken devrilmiş
küçük siyah bir kayaymış gibi.Ani bir yük bindi Sam'in üzerine ve hâlâ
beyinin ellerini tutmakta olan ellerinin dış yüzlerini parçalayarak yere
kapaklandı. O zaman düşenin ne olduğunu anladı, çünkü yattığı yerden,
nefret dolu bir ses işitti üzerinden.
"Hayırsıs bey!" diye tısladı ses. "Hayırsıs bey bisi kandırıyor; bisi kandırıyor Smeagol, gollum. O taraftan gitmemeli. Kıymetli'yi incitmemeli. Onu Smeagol'e ver, evett, bise ver! Onu bise ver!"
Çılgın bir güçle doğrularak kalktı Sam. Hemen kılıcını çekti; fakat hiçbir şey yapamazdı. Gollum ile Frodo birbirlerine kenetlenmişlerdi. Gollum efendisinin üstünü başını parçalıyor, zincire ve Yüzük'e ulaşmaya çalışıyordu. Bu belki de Frodo'nun yüreğinde ve iradesinde sönmekte olan korları alevlendirebilecek tek şeydi: Hazinesini ondan zorla almak için yapılan bir saldırı, bir girişim. Sam'i, hatta aynı zamanda Gollum'u hayrette bırakan ani bir hiddetle karşı koymaya başladı. Gene de, eğer Gollum değişmeden kalmış olsaydı olaylar çok daha değişik cereyan edebilirdi; fakat hangi korkunç patikaları, yalnız, aç ve susuz, kendisini yiyip bitiren bir arzu ve korkunç bir korkuyla geçtiyse, bunlar onun üzerinde keder verici izler bırakmıştı. Bir deri bir kemik, açlıktan ölmek üzere olan, yabani görünüşlü bir şey olmuştu. Gözlerinde çılgınca bir ışık alevleniyordu ama kötülüğü artık o eski etkili gücüyle boy ölçüşemezdi. Frodo onu yere devirdi ve titreyerek ayağa kalktı.
"Yere yat!" dedi nefes nefese, elini göğsünde sıkarak, öyle ki deri gömleğinin altından Yüzük'ü tutmuş oluyordu. "Yere, seni sürüngen seni, çekil yolumdan! Artık sonun geldi. Artık ne bana ihanet edebilirsin ne de beni öldürebilirsin."
Sonra aniden, tıpkı Emyn Muil'in eteğinde olduğu gibi, Sam bu iki rakibi başka bir gözle gördü, iki büklüm olmuş bir cisim, olsa olsa bir canlının zavallı gölgesi, tamamen mahvolmuş ve yenilmiş bir yaratık ama yine de korkunç bir şehvet ve öfkeyle dolu; ve onun önünde sert, artık acımayı bırakmış, beyazlara bürünmüş ama göğsünde ateşten bir halka tutan bir cisim. Ateşin içinden emreden bir ses konuşuyordu.
"Git ve beni bir daha rahatsız etme! Eğer bir daha bana dokunacak olursan kendini Kıyamet Ateşi'ne atmış olacaksın."
İki büklüm olan cisim geriledi, kırpışan gözlerinde dehşet vardı, ama aynı zamanda da doymak bilmez bir arzu.
Sonra görüntü geçti ve Sam ayakta duran Frodo'yu gördü, eli göğsünde, nefes nefese, Gollum da ayaklarının dibindeydi, kocaman elleri ve dizleri üzerinde.
"Dikkat et!" diye bağırdı Sam. "Sıçrayacak!" ileri doğru bir adım attı, kılıcını savurarak. "Çabuk Bey!" dedi nefes nefese. "Devam et! Devam et! Kaybedecek zaman yok. Ben onu hallederim. Devam et!"
Frodo ona, sanki çok uzakta biriymiş gibi baktı. "Evet, benim devam etmem lazım," dedi. "Hoşça kal Sam! Sonuna vardık artık. Hüküm Dağı'nda hüküm verilecek. Hoşça kal!" Döndü ve yoluna devam etti yavaş yavaş ama dimdik yürüyerek, tırmanan patikadan yukarı.
"Evet!" dedi Sam. ""Sonunda seninle ilgilenebileceğim!" Dövüş için çekilmiş kılıcıyla ileri fırladı. Fakat Gollum yerinden sıçramadı. Yüzü koyun yere kapaklanarak zırıldamaya başladı.
"Bisi öldürme," diye ağladı. "Bisi o piss, merhametsis çelikle öldürme! Bırak yaşayalım, evet, birasçık daha yaşayalım. Bitti, bitti! Bittik. Ve Kıymetli gittiğinde de öleceğis, evet, ölüp tos olacağıs." Yolun küllerini uzun etsiz parmaklarıyla avuçladı. "Toss!" diye tısladı.
Sam'in eli duraksadı. Aklı hiddet ve kötülüğün anısıyla kızgınlık doluydu. Bu hain, katil yaratığı öldürmekle adil davranmış olurdu, hem haklıydı hem de Gollum bunu yüzlerce kez hak etmişti; ayrıca yapılması gereken yegâne emniyetli şey gibi görünüyordu bu. Fakat gönlünde, derinlerde bir yerde bir şey onu alıkoydu: Tozlar içinde yatan, meyus, mahvolmuş, tamamen sefil bu yaratığa vuramadı. Kendisi de, kısa bir süre önce Yüzük'ü takmıştı ve artık Gollum'un Yüzük'e esir olmuş, bir daha yaşamı boyunca huzur ve rahat bulamayacak olan kurumuş aklıyla bedeninin ıstırabını az da olsa tahmin edebiliyordu. Fakat Sam'in hissettiklerini açıklayabilecek hiç sözü yoktu.
"Öff lanet olasıca, leş kokulu şey!" dedi. "Git! Defol! Sana tekme atabileceğim sürece güvenmeyeceğim; ama git. Yoksa senin canını acıtacağım, evet hem de bu pis, merhametsiz çelikle."
Gollüm dört ayağı üzerinde doğruldu, birkaç adım geriledi, sonra döndü ve tam Sam ona tekme atmak için nişan aldığında patikadan aşağıya kaçmaya başladı. Sam bir daha onu aklına getirmedi. Aniden beyini hatırladı. Yukarı, patikaya doğru baktı ama onu göremedi. Elinden geldiğince hızla yoldan yukarı tırmandı. Eğer geriye dönüp baksaydı, Gollum'un dönmüş olduğunu ve gözlerinde vahşi bir delilik ışığı parlayarak kayalar arasında sinsi bir gölge gibi, hızlı hızlı ama temkinle arkasından yaklaştığını görebilirdi.
Patika yukarı çıkmaya devam ediyordu. Kısa bir süre sonra yeniden döndü ve doğuya doğru ilerleyen son bir uzantıdan sonra koninin yüzeyi boyunca uzanan bir kesmeden geçerek Dağ'ın yan tarafındaki karanlık bir kapıya, yani Sammath Naur'a vardı. Çok uzaklarda, artık Güney'e doğru yükselmekte olan güneş, dumanları ve pusu parçalayarak meşum meşum parlıyordu, donuk kızıl, göz karartan bir disk gibi; fakat tüm Mordor, Dağ'ın çevresinde ölü, sessiz, gölgeler içinde korkunç bir darbe bekleyen topraklar gibi uzanıyordu.
Sam açık ağızın yanına gelerek içeri baktı içerisi karanlık ve sıcaktı; derinden gelen bir gümbürtü havayı titretiyordu. "Frodo! Beyim!" diye seslendi. Hiç cevap yoktu. Bir an için durdu, kalbi çılgın korkularla atıyordu, sonra içeri daldı. Onu bir gölge takip etti. İlk başta hiçbir şey göremedi. Bu büyük ihtiyaç anında bir kez daha Galadriel'in şişeciğini çıkarttı fakat şişecik soğuk ve titrek elleri arasında soluktu ve boğucu karanlığa hiç ışık saçamıyordu. Sauron'un diyarının tam kalbine, eski kudretinin Orta Dünya'daki en büyük ocaklarına gelmişti; tüm diğer güçler burada ona boyun eğerdi. Korka korka karanlığa doğru birkaç tereddütlü adım attı, sonra aniden yukarı doğru sıçrayan kızıl bir şimşek yükseldi ve yüksek kara çatıya çarptı. O zaman Sam Dağ'ın tüten konisine doğru giden uzun bir mağara veya tünelde bulunduğunu gördü. Fakat kısa bir mesafe ileride zemini ve her iki yandaki duvarları koca yarıklarla yarılmıştı ve buralardan, bir yükselen bir alçalıp kararan kızıl bir parlaklık geliyordu; bütün bu süre zarfında aşağıda bir mırıltı ve zonklayıp çalışan koca makinalan çağrıştıran bir hareketlilik vardı.
Işık yine yukan fırladı: orada, uçurumun kıyısında, tam Kıyamet Çatlağı'nda duruyordu Frodo, parlaklığa karşı simsiyah, gergin, dik ama sanki taşa dönmüş gibi.
"Bey!" diye bağırdı Sam.
O zaman Frodo kıpırdayarak net bir sesle konuştu, aslında Sam'in o güne kadar onun kullandığını hiç duymadığı netlikte ve güçte bir sesle; ses Hüküm Dağı'nın zonklamasını ve kargaşasını bastırıyor, tavanda ve duvarlarda çınlıyordu.
"Geldim," dedi. "Ama şimdi buraya yapmak için geldiğim şeyi yapma yolunu seçmiyorum. Bu işi yapmayacağım.
Yüzük benimdir!" Ve aniden yüzüğü parmağına takarak Sam'in gözleri önünden kaybolup gitti. Sam'in nefesi kesildi ama çığlık atacak zamanı olmadı çünkü aynı anda birçok şey birden oldu.
Bir şey Sam'e arkadan çılgınca çarptı, ayakları yerden kesilmiş, yana savrulmuş ve kara bir cisim üzerinden atlarken başını taşlı zemine çarpmıştı. Kıpırdamadan olduğu yerde uzanıp kaldı ve bir süre her şey karardı.
Ve uzaklarda, tam Frodo onun diyarının tam kalbinde, Sammath Naur'da Yüzük'ü takıp onun kendisine ait olduğunu iddia ederken Baraddûr'daki güç sarsılmış ve Kule temelinden o mağrur ve sert tepesine kadar sallanmıştı. Karanlıklar Efendisi aniden onun varlığından haberdar oluverdi ve Göz'ü bütün gölgeleri parçalayarak ova üzerinden kendi yapmış olduğu kapıya baktı; ahmaklığının büyüklüğü, gözleri kör eden bir şimşek gibi gözleri önüne seriliverdi; sonunda düşmanlarının oyunları bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine gazabı yakıp yok eden bir alev gibi parladı ama korkusu da engin, kara bir duman gibi onu boğmak için yükseldi. Çünkü kendisi için en büyük tehlikenin ne olduğunu, sonunun nasıl bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu anlamıştı. Aklı tüm tedbirlerinden, korku ve hamlık ağlarından, tüm harp hilelerinden, savaşlardan arınıverdi, bütün diyarı boyunca bir titremedir aldı, esirleri sindi, orduları durdu, idaresiz kalan, amaçları kalmayan komutanları tereddüt ederek ümitsizliğe kapıldılar. Çünkü unutulmuşlardı Onları kullanan Güç'ün bütün aklı ve amacı artık inanılmaz bir kuvvetle Dağ'a çevrilmişti Çağrısı üzerine kulakları yırtan bir çığlık ve son, çaresiz bir hızla, rüzgârdan da hızlı uçtu Nazgûl, yanı Yuzuktayfları, kanatlarının fırtınasıyla güneye, Hüküm Dağı na doğru
fırladılar.
Sam ayağa kalktı Başı donuyor, başından sızan kan gözlerine damlıyordu El yordamıyla ilerledi ve sonra çok garip ve çok korkunç bir şey gördü Gollum, tam dipsiz çukurun kenarında görünmeyen bir düşmanla deliler gibi dövüşüyordu Bir ileri bir geri sallanıp duruyordu ve bazen uçurumun kenarına o kadar yaklaşıyordu ki neredeyse içine düşecek gibi oluyor, bazen kendini geriye çekiyor, yere düşüyor, ayağa kalkıp yeniden düşüyordu Ve butun bu zaman zarfında hep tıslıyor ama ağzından hiç söz çıkmıyordu.
Aşağıdaki ateşler hiddetle uyandı, al ışık alevlendi ve bütün mağara büyük bir parlaklık ve sıcaklıkla doldu. Sam aniden Gollumun uzun ellerinin ağzına doğru gittiğini gördü, beyaz köpek dişleri pırıldadı ve ısırarak çat diye kapandı Frodo bir çığlık attı, işte oradaydı,tam uçurumun kenarında yere diz çökmüştü Fakat Gollum çıldırmış gibi dans ederek, içinde hâlâ bir parmağın durduğu yüzüğü havada tutuyordu Artık Yüzük, sanki canlı ateşte yem yapılmış gibi parlıyordu
"Kıymetli, kıymetli, kıymetli!" diye bağırdı Gollum "Kıymetlim! Ah benim Kıymetlim!" Ve bunları söylerken tam gözlerini kaldırmış ödülünü zevkle seyrediyordu ki adımını çok ileri attı, tökezledi, bir an için uçurumun kenarında bir ileri bir geri sallandı ve bir çığlık atarak düştü. Derinlerden son bir "Kıymetlim!" feryadı yükseldi, Gollum yok olmuştu.
Bir gümbürtü ve muazzam bir kargaşanın sesi duyuldu. Alevler sıçrayarak tavanı yaladı. Zonklama büyük bir gurultu halinde yukseldi ve Dağ sallandı Sam Frodo'ya koşarak onu kaldırdı ve kapıya taşıdı. Orada, Mordor ovalarının çok yükseğindeki Sammath Naur'un karanlık eşiğinde, uzerine öyle bir hayret ve dehşet çöktü ki her şeyi unutarak kalakaldı ve taşa donmuş biri gibi etrafı seyretmeye başladı.
Dönen bir bulutun kısa görüntüsü gelip geçti gözlerinden, bulutun tam ortasında, ölçülemeyecek kadar derin çukurlar üzerindeki muazzam bir dağ kaidesine oturmuş dağlar kadar yüksek kuleler, burçlar vardı, koca salonlar, zindanlar, uçurumlar kadar dik gözsüz hapishaneler, çelikten ve sert taşlardan açılmış kapılar Sonra hepsi geçti gitti Kuleler yıkıldı, dağlar kaydı, duvarlar ufalandı ve kendi yıkılırken, geniş duman girdapları ve fışkıran buharlar, kabaran bir dalga gibi devrilinceye ve azgın tepesi kıvrılıp toprağa doğru köpürerek dökülünceye kadar dalgalar halinde yukseldi, yükseldi ve sonra, son olarak aradaki milleri aşarak, kulakları sağır eden bir çatırtı ve gümbürtü halını alıncaya kadar yükselen bir uğultu sesi geldi, yer sarsıldı, ova kabardı, çatladı ve Orodruin dönmeye başladı. Yarılmış zirvesinden ateşler püskürdü Gökler gökgürültüsüyle patlayıp, şimşeklerle dağlandı. Şaklayarak inen bir kırbaç gibi kara bir yağmur sağanağı inmeye başladı. Ve fırtınanın tam ortasına, bütün diğer sesleri yırtan bir çığlıkla, bulutları parçalayıp yana atan Nazgûl indi, alevlenmiş bir yıldırım gibi fırlayarak, tepenin ve göğün alevli yıkıntılarına yakalanıp çatırdadılar, soldular ve söndüler.
"Evet, işte her şeyin sonu Sam Gamgee, dedi bir ses yanıbaşında Frodo karşısındaydı, solgun ve bitkin ama yine kendi olarak, gözlerinde artık ne iradesinin yarattığı gerginlik, ne delilik, ne de bir korku kalmıştı, yalnızca huzur. Yükü alınmıştı Shire'daki tatlı günlerin biricik beyi vardı işte orada.
"Beyim!" diye bağırdı Sam ve dizleri üzerine çöktü. Dünyanın bütün o harabesi arasında bir an için mutluluk, büyük bir mutluluk duydu. Yük gitmişti Beyi kurtulmuştu, yine kendine gelmişti, özgürdü. Sonra Sam'in gözüne sakatlanmış, kanayan el takıldı.
"Zavallı elin!" dedi "Yanımda onu bağlayacak veya ağrısını azaltacak bir şey de yok. Yapabilsem bütün bir elimi feda ederdim ona Ama gitti artık, sonsuza kadar gitti "
"Evet," dedi Frodo "Ama Gandalf'ın sözlerini hatırlıyor musun Gollum'un bile daha yapacak işi olabilir. O olmasaydı Sam, Yüzük'ü ben yok edemezdim. Maceramız boşuna olurdu, en acı sonunda bile. O yüzden gel onu affedelim! Çünkü Maceramız başarıya ulaştı, artık her şey bitti. Burada yanımda olduğun için çok mutluyum Burada, her şeyin sonunda Sam."
"Hayırsıs bey!" diye tısladı ses. "Hayırsıs bey bisi kandırıyor; bisi kandırıyor Smeagol, gollum. O taraftan gitmemeli. Kıymetli'yi incitmemeli. Onu Smeagol'e ver, evett, bise ver! Onu bise ver!"
Çılgın bir güçle doğrularak kalktı Sam. Hemen kılıcını çekti; fakat hiçbir şey yapamazdı. Gollum ile Frodo birbirlerine kenetlenmişlerdi. Gollum efendisinin üstünü başını parçalıyor, zincire ve Yüzük'e ulaşmaya çalışıyordu. Bu belki de Frodo'nun yüreğinde ve iradesinde sönmekte olan korları alevlendirebilecek tek şeydi: Hazinesini ondan zorla almak için yapılan bir saldırı, bir girişim. Sam'i, hatta aynı zamanda Gollum'u hayrette bırakan ani bir hiddetle karşı koymaya başladı. Gene de, eğer Gollum değişmeden kalmış olsaydı olaylar çok daha değişik cereyan edebilirdi; fakat hangi korkunç patikaları, yalnız, aç ve susuz, kendisini yiyip bitiren bir arzu ve korkunç bir korkuyla geçtiyse, bunlar onun üzerinde keder verici izler bırakmıştı. Bir deri bir kemik, açlıktan ölmek üzere olan, yabani görünüşlü bir şey olmuştu. Gözlerinde çılgınca bir ışık alevleniyordu ama kötülüğü artık o eski etkili gücüyle boy ölçüşemezdi. Frodo onu yere devirdi ve titreyerek ayağa kalktı.
"Yere yat!" dedi nefes nefese, elini göğsünde sıkarak, öyle ki deri gömleğinin altından Yüzük'ü tutmuş oluyordu. "Yere, seni sürüngen seni, çekil yolumdan! Artık sonun geldi. Artık ne bana ihanet edebilirsin ne de beni öldürebilirsin."
Sonra aniden, tıpkı Emyn Muil'in eteğinde olduğu gibi, Sam bu iki rakibi başka bir gözle gördü, iki büklüm olmuş bir cisim, olsa olsa bir canlının zavallı gölgesi, tamamen mahvolmuş ve yenilmiş bir yaratık ama yine de korkunç bir şehvet ve öfkeyle dolu; ve onun önünde sert, artık acımayı bırakmış, beyazlara bürünmüş ama göğsünde ateşten bir halka tutan bir cisim. Ateşin içinden emreden bir ses konuşuyordu.
"Git ve beni bir daha rahatsız etme! Eğer bir daha bana dokunacak olursan kendini Kıyamet Ateşi'ne atmış olacaksın."
İki büklüm olan cisim geriledi, kırpışan gözlerinde dehşet vardı, ama aynı zamanda da doymak bilmez bir arzu.
Sonra görüntü geçti ve Sam ayakta duran Frodo'yu gördü, eli göğsünde, nefes nefese, Gollum da ayaklarının dibindeydi, kocaman elleri ve dizleri üzerinde.
"Dikkat et!" diye bağırdı Sam. "Sıçrayacak!" ileri doğru bir adım attı, kılıcını savurarak. "Çabuk Bey!" dedi nefes nefese. "Devam et! Devam et! Kaybedecek zaman yok. Ben onu hallederim. Devam et!"
Frodo ona, sanki çok uzakta biriymiş gibi baktı. "Evet, benim devam etmem lazım," dedi. "Hoşça kal Sam! Sonuna vardık artık. Hüküm Dağı'nda hüküm verilecek. Hoşça kal!" Döndü ve yoluna devam etti yavaş yavaş ama dimdik yürüyerek, tırmanan patikadan yukarı.
"Evet!" dedi Sam. ""Sonunda seninle ilgilenebileceğim!" Dövüş için çekilmiş kılıcıyla ileri fırladı. Fakat Gollum yerinden sıçramadı. Yüzü koyun yere kapaklanarak zırıldamaya başladı.
"Bisi öldürme," diye ağladı. "Bisi o piss, merhametsis çelikle öldürme! Bırak yaşayalım, evet, birasçık daha yaşayalım. Bitti, bitti! Bittik. Ve Kıymetli gittiğinde de öleceğis, evet, ölüp tos olacağıs." Yolun küllerini uzun etsiz parmaklarıyla avuçladı. "Toss!" diye tısladı.
Sam'in eli duraksadı. Aklı hiddet ve kötülüğün anısıyla kızgınlık doluydu. Bu hain, katil yaratığı öldürmekle adil davranmış olurdu, hem haklıydı hem de Gollum bunu yüzlerce kez hak etmişti; ayrıca yapılması gereken yegâne emniyetli şey gibi görünüyordu bu. Fakat gönlünde, derinlerde bir yerde bir şey onu alıkoydu: Tozlar içinde yatan, meyus, mahvolmuş, tamamen sefil bu yaratığa vuramadı. Kendisi de, kısa bir süre önce Yüzük'ü takmıştı ve artık Gollum'un Yüzük'e esir olmuş, bir daha yaşamı boyunca huzur ve rahat bulamayacak olan kurumuş aklıyla bedeninin ıstırabını az da olsa tahmin edebiliyordu. Fakat Sam'in hissettiklerini açıklayabilecek hiç sözü yoktu.
"Öff lanet olasıca, leş kokulu şey!" dedi. "Git! Defol! Sana tekme atabileceğim sürece güvenmeyeceğim; ama git. Yoksa senin canını acıtacağım, evet hem de bu pis, merhametsiz çelikle."
Gollüm dört ayağı üzerinde doğruldu, birkaç adım geriledi, sonra döndü ve tam Sam ona tekme atmak için nişan aldığında patikadan aşağıya kaçmaya başladı. Sam bir daha onu aklına getirmedi. Aniden beyini hatırladı. Yukarı, patikaya doğru baktı ama onu göremedi. Elinden geldiğince hızla yoldan yukarı tırmandı. Eğer geriye dönüp baksaydı, Gollum'un dönmüş olduğunu ve gözlerinde vahşi bir delilik ışığı parlayarak kayalar arasında sinsi bir gölge gibi, hızlı hızlı ama temkinle arkasından yaklaştığını görebilirdi.
Patika yukarı çıkmaya devam ediyordu. Kısa bir süre sonra yeniden döndü ve doğuya doğru ilerleyen son bir uzantıdan sonra koninin yüzeyi boyunca uzanan bir kesmeden geçerek Dağ'ın yan tarafındaki karanlık bir kapıya, yani Sammath Naur'a vardı. Çok uzaklarda, artık Güney'e doğru yükselmekte olan güneş, dumanları ve pusu parçalayarak meşum meşum parlıyordu, donuk kızıl, göz karartan bir disk gibi; fakat tüm Mordor, Dağ'ın çevresinde ölü, sessiz, gölgeler içinde korkunç bir darbe bekleyen topraklar gibi uzanıyordu.
Sam açık ağızın yanına gelerek içeri baktı içerisi karanlık ve sıcaktı; derinden gelen bir gümbürtü havayı titretiyordu. "Frodo! Beyim!" diye seslendi. Hiç cevap yoktu. Bir an için durdu, kalbi çılgın korkularla atıyordu, sonra içeri daldı. Onu bir gölge takip etti. İlk başta hiçbir şey göremedi. Bu büyük ihtiyaç anında bir kez daha Galadriel'in şişeciğini çıkarttı fakat şişecik soğuk ve titrek elleri arasında soluktu ve boğucu karanlığa hiç ışık saçamıyordu. Sauron'un diyarının tam kalbine, eski kudretinin Orta Dünya'daki en büyük ocaklarına gelmişti; tüm diğer güçler burada ona boyun eğerdi. Korka korka karanlığa doğru birkaç tereddütlü adım attı, sonra aniden yukarı doğru sıçrayan kızıl bir şimşek yükseldi ve yüksek kara çatıya çarptı. O zaman Sam Dağ'ın tüten konisine doğru giden uzun bir mağara veya tünelde bulunduğunu gördü. Fakat kısa bir mesafe ileride zemini ve her iki yandaki duvarları koca yarıklarla yarılmıştı ve buralardan, bir yükselen bir alçalıp kararan kızıl bir parlaklık geliyordu; bütün bu süre zarfında aşağıda bir mırıltı ve zonklayıp çalışan koca makinalan çağrıştıran bir hareketlilik vardı.
Işık yine yukan fırladı: orada, uçurumun kıyısında, tam Kıyamet Çatlağı'nda duruyordu Frodo, parlaklığa karşı simsiyah, gergin, dik ama sanki taşa dönmüş gibi.
"Bey!" diye bağırdı Sam.
O zaman Frodo kıpırdayarak net bir sesle konuştu, aslında Sam'in o güne kadar onun kullandığını hiç duymadığı netlikte ve güçte bir sesle; ses Hüküm Dağı'nın zonklamasını ve kargaşasını bastırıyor, tavanda ve duvarlarda çınlıyordu.
"Geldim," dedi. "Ama şimdi buraya yapmak için geldiğim şeyi yapma yolunu seçmiyorum. Bu işi yapmayacağım.
Yüzük benimdir!" Ve aniden yüzüğü parmağına takarak Sam'in gözleri önünden kaybolup gitti. Sam'in nefesi kesildi ama çığlık atacak zamanı olmadı çünkü aynı anda birçok şey birden oldu.
Bir şey Sam'e arkadan çılgınca çarptı, ayakları yerden kesilmiş, yana savrulmuş ve kara bir cisim üzerinden atlarken başını taşlı zemine çarpmıştı. Kıpırdamadan olduğu yerde uzanıp kaldı ve bir süre her şey karardı.
Ve uzaklarda, tam Frodo onun diyarının tam kalbinde, Sammath Naur'da Yüzük'ü takıp onun kendisine ait olduğunu iddia ederken Baraddûr'daki güç sarsılmış ve Kule temelinden o mağrur ve sert tepesine kadar sallanmıştı. Karanlıklar Efendisi aniden onun varlığından haberdar oluverdi ve Göz'ü bütün gölgeleri parçalayarak ova üzerinden kendi yapmış olduğu kapıya baktı; ahmaklığının büyüklüğü, gözleri kör eden bir şimşek gibi gözleri önüne seriliverdi; sonunda düşmanlarının oyunları bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine gazabı yakıp yok eden bir alev gibi parladı ama korkusu da engin, kara bir duman gibi onu boğmak için yükseldi. Çünkü kendisi için en büyük tehlikenin ne olduğunu, sonunun nasıl bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu anlamıştı. Aklı tüm tedbirlerinden, korku ve hamlık ağlarından, tüm harp hilelerinden, savaşlardan arınıverdi, bütün diyarı boyunca bir titremedir aldı, esirleri sindi, orduları durdu, idaresiz kalan, amaçları kalmayan komutanları tereddüt ederek ümitsizliğe kapıldılar. Çünkü unutulmuşlardı Onları kullanan Güç'ün bütün aklı ve amacı artık inanılmaz bir kuvvetle Dağ'a çevrilmişti Çağrısı üzerine kulakları yırtan bir çığlık ve son, çaresiz bir hızla, rüzgârdan da hızlı uçtu Nazgûl, yanı Yuzuktayfları, kanatlarının fırtınasıyla güneye, Hüküm Dağı na doğru
fırladılar.
Sam ayağa kalktı Başı donuyor, başından sızan kan gözlerine damlıyordu El yordamıyla ilerledi ve sonra çok garip ve çok korkunç bir şey gördü Gollum, tam dipsiz çukurun kenarında görünmeyen bir düşmanla deliler gibi dövüşüyordu Bir ileri bir geri sallanıp duruyordu ve bazen uçurumun kenarına o kadar yaklaşıyordu ki neredeyse içine düşecek gibi oluyor, bazen kendini geriye çekiyor, yere düşüyor, ayağa kalkıp yeniden düşüyordu Ve butun bu zaman zarfında hep tıslıyor ama ağzından hiç söz çıkmıyordu.
Aşağıdaki ateşler hiddetle uyandı, al ışık alevlendi ve bütün mağara büyük bir parlaklık ve sıcaklıkla doldu. Sam aniden Gollumun uzun ellerinin ağzına doğru gittiğini gördü, beyaz köpek dişleri pırıldadı ve ısırarak çat diye kapandı Frodo bir çığlık attı, işte oradaydı,tam uçurumun kenarında yere diz çökmüştü Fakat Gollum çıldırmış gibi dans ederek, içinde hâlâ bir parmağın durduğu yüzüğü havada tutuyordu Artık Yüzük, sanki canlı ateşte yem yapılmış gibi parlıyordu
"Kıymetli, kıymetli, kıymetli!" diye bağırdı Gollum "Kıymetlim! Ah benim Kıymetlim!" Ve bunları söylerken tam gözlerini kaldırmış ödülünü zevkle seyrediyordu ki adımını çok ileri attı, tökezledi, bir an için uçurumun kenarında bir ileri bir geri sallandı ve bir çığlık atarak düştü. Derinlerden son bir "Kıymetlim!" feryadı yükseldi, Gollum yok olmuştu.
Bir gümbürtü ve muazzam bir kargaşanın sesi duyuldu. Alevler sıçrayarak tavanı yaladı. Zonklama büyük bir gurultu halinde yukseldi ve Dağ sallandı Sam Frodo'ya koşarak onu kaldırdı ve kapıya taşıdı. Orada, Mordor ovalarının çok yükseğindeki Sammath Naur'un karanlık eşiğinde, uzerine öyle bir hayret ve dehşet çöktü ki her şeyi unutarak kalakaldı ve taşa donmuş biri gibi etrafı seyretmeye başladı.
Dönen bir bulutun kısa görüntüsü gelip geçti gözlerinden, bulutun tam ortasında, ölçülemeyecek kadar derin çukurlar üzerindeki muazzam bir dağ kaidesine oturmuş dağlar kadar yüksek kuleler, burçlar vardı, koca salonlar, zindanlar, uçurumlar kadar dik gözsüz hapishaneler, çelikten ve sert taşlardan açılmış kapılar Sonra hepsi geçti gitti Kuleler yıkıldı, dağlar kaydı, duvarlar ufalandı ve kendi yıkılırken, geniş duman girdapları ve fışkıran buharlar, kabaran bir dalga gibi devrilinceye ve azgın tepesi kıvrılıp toprağa doğru köpürerek dökülünceye kadar dalgalar halinde yukseldi, yükseldi ve sonra, son olarak aradaki milleri aşarak, kulakları sağır eden bir çatırtı ve gümbürtü halını alıncaya kadar yükselen bir uğultu sesi geldi, yer sarsıldı, ova kabardı, çatladı ve Orodruin dönmeye başladı. Yarılmış zirvesinden ateşler püskürdü Gökler gökgürültüsüyle patlayıp, şimşeklerle dağlandı. Şaklayarak inen bir kırbaç gibi kara bir yağmur sağanağı inmeye başladı. Ve fırtınanın tam ortasına, bütün diğer sesleri yırtan bir çığlıkla, bulutları parçalayıp yana atan Nazgûl indi, alevlenmiş bir yıldırım gibi fırlayarak, tepenin ve göğün alevli yıkıntılarına yakalanıp çatırdadılar, soldular ve söndüler.
"Evet, işte her şeyin sonu Sam Gamgee, dedi bir ses yanıbaşında Frodo karşısındaydı, solgun ve bitkin ama yine kendi olarak, gözlerinde artık ne iradesinin yarattığı gerginlik, ne delilik, ne de bir korku kalmıştı, yalnızca huzur. Yükü alınmıştı Shire'daki tatlı günlerin biricik beyi vardı işte orada.
"Beyim!" diye bağırdı Sam ve dizleri üzerine çöktü. Dünyanın bütün o harabesi arasında bir an için mutluluk, büyük bir mutluluk duydu. Yük gitmişti Beyi kurtulmuştu, yine kendine gelmişti, özgürdü. Sonra Sam'in gözüne sakatlanmış, kanayan el takıldı.
"Zavallı elin!" dedi "Yanımda onu bağlayacak veya ağrısını azaltacak bir şey de yok. Yapabilsem bütün bir elimi feda ederdim ona Ama gitti artık, sonsuza kadar gitti "
"Evet," dedi Frodo "Ama Gandalf'ın sözlerini hatırlıyor musun Gollum'un bile daha yapacak işi olabilir. O olmasaydı Sam, Yüzük'ü ben yok edemezdim. Maceramız boşuna olurdu, en acı sonunda bile. O yüzden gel onu affedelim! Çünkü Maceramız başarıya ulaştı, artık her şey bitti. Burada yanımda olduğun için çok mutluyum Burada, her şeyin sonunda Sam."
-----------------BİTTİ------------------
* O tabir bana aittir, Tolkien o şekilde bir tabir kullanmamıştır.
İlk Kısım; "Smeagol'dan Golluma I" adlı yazıma ulaşmak için tıklayınız.
İkinci Kısım; "Smeagol'dan Gollum'a II" adlı yazıma ulaşmak için tıklayınız.
Üçüncü Kısım; "Smeagol'dan Gollum'a III" adlı yazıma ulaşmak için tıklayınız.
Dördüncü Kısım; "Smeagol'dan Gollum'a IV" adlı yazıma ulaşmak için tıklayınız.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Alıtı olan yerler zaten belli, diğer kısımlar kendi cümlelerimdir.