Entler


Hımm, hram, hamm, humm, hmm… Merhabalar genç dostlarım, şimdi sizlere Entleri dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Hum, hmm… Lakin aceleci olmaya lüzum yok. Şimdi yaradılışlarından başlayarak sizlere Ent nedir, anlatacağım, hram, brum, bam, hımm…



Resim


Yaşlı gözlere garip bir bakış, bir çeşit uyanıklık geldi; derin kuyular örtüldü. "Ham, şimdi," diye cevap verdi ses; "Eh, ben bir Ent'im; veya bana Ent derler. Evet , o kelime Ent idi. Ent'im ben, böyle diyebilirsiniz, sizin konuşma usulünüzce. Bazılarına nazaran ismim Fangorn'dur; diğerleri bunu Ağaçsakal yapmışlar. Ağaçsakal münasip olacaktır."


Resim


Resim


Resim


Elfler tarafından Onodrim diye adlandırılan Entler çok kadim bir ırktır. Elfler ilk kez ortaya çıktıklarında; Entler de aynı zaman diliminde Elflerden hemen sonra Yıldızların Çağında yaratılmışlardır. Yavanna(Kementári), Aulë’nin Cüceleri yaratmasından sonra onların, kendisinin yaptığı ağaçlara ve diğer şeylere zarar vereceğini kavramıştı. Bu yüzden de üzüntü içindeydi.

Alıntı
“Aulë Cüceleri yaratmaya giriştiği sırada yaptıklarını diğer Valar’dan sır gibi sakladı, fakat sonunda zihnini Yavanna’ya açıp olup biten ne varsa hepsini anlattı ona. Yavanna öğrendiğinde şunu söyledi: “Eru affedicidir. Şimdi görüyorum ki kalbin neşeyle doldu, varsın dolsun, çünkü yalnız bağışlanma değil, cömertlik de sunuldu sana. Ancak bütün bu işler bir yere varıp da tatlıya bağlanmadan evvel bana haber etmediğin için, senin çocukların benim sevgimle yarattığım şeylere pek az sevgi duyacaklar. En evvel kendi ellerinin yarattığını sevecekler, tıpkı babaları gibi. Dünyayı kazıp, altını üstüne getirecekler, dünya üzerinde yetişip yaşayan şeylerin iyiliği umurlarında olmayacak. Pek çok ağaç tadacak onların acımasız demirinin darbesini.”

Fakat şöyle yanıt verdi Aulë: “ Aynısı Ilúvatar Çocukları için de geçerli olacaktır; çünkü onlar da yiyip içecek, onlar da barınacak bir yer inşa edecekler. Senin krallığın zaten kendi başına da kıymetli ve tek bir Çocuk gelmese de kıymetli olacak, yine de geldikleri vakit Eru hâkimiyeti onlara verecek ve onlar da, Arda üzerinde buldukları her şeyi kullanıp tüketecekler, Eru’nun tasarladığı biçimde, saygılı ve kadir kıymet bilir olsalar bile.”

“Melkor kalplerini bulandırıp karartmadıkça, evet,” dedi Yavanna ama gönlü hafiflemedi; Ortadünya’nın başına gelebileceklerden duyduğu korku ile kederlendi kalbi. Bu kederle kalkıp Manwё’nin huzuruna çıktı ve Aulё’nin fikirlerini ağzına almadan hiç şunları söyledi: “Arda Kralı, doğru mudur Aulё’nin söyledikleri, geldikleri vakit Çocukların beni yarattığım her şeye hâkim olacakları yani ve diledikleri gibi eyleyecekleri onlar üzerinde?”

“Doğrudur,” dedi Manwё. “Lakin neden bu merak, senin Aulё’nin telkinine neden ihtiyacın olsun ki?”

Yavanna sessizliğe gömüldü ve bakışını içine, kendi düşüncelerine döndürdü. Bir vakit sonra şu yanıtı verdi: “ Çünkü gelecek günlerin fikri gama kasavete boğuyor kalbimi. Yarattığım her şey kıymetlimdir benim. Melkor’un bunca şeyi yakıp yıkması yetmedi mi? Benim yarattığım tek şey bile kurtulamayacak mı diğerlerinin hükmünden?”

“Olsaydı senin elinde, neyi saklardın?” dedi Manwё. “Bütün krallığın içinde kalbine en yakın duranı hangisidir?”

“Hepsinin de kıymeti kendine hastır,” dedi Yavanna, “ ve her biri ötekinin kıymetine kıymet katar. Lakin kelvar¹ kaçıp kurtarabilirken, savunabilirken canını, toprakta büyüyen olvar’ın² elinden gelmez bunlar. Ve sorarsanız, bunlar içinde kalbimin kıymetlisi ağaçlardır. Büyüyüp boy atmaları bir ömür alır, yıkılıp devrilmeleri ise bir an ve dallarını meyvelerle bezeyip ödemedikçe diyetlerini, arkalarından ağlayanı pek azdır. Düşüncelerimde beliren budur. Ama ağaçlar kökleri toprağa uzanan her şey adına konuşsa ve onlara yanlış yapanı affetmese!”
“Tuhaf bir fikir bu,” dedi Manwё.
“Ama Şarkıda yeri var bunun,” dedi Yavanna, “Sen Ulmo’yu yanına alıp göklerde bulutları yaratıp da içlerinden yağmuru çekip çıkartırken, ben uzattım ulu ağaçların dallarını yükseklere, ağırlamak için yağmurları; o ağaçların bazısı, Ilúvatar’a şarkı söyledi yağmurla rüzgârın ortasında.”

Bu sözlere suskun kaldı Manwё ve Yavanna’nın kalbine yerleştirdiği düşünce büyüdü, serpildi; Ilúvatar ise seyretti bu gelişimi. Ve sonra Manwё Şarkının sesinin bir kez daha ona doğru geldiğini hissetti ve daha evvel duyup da geçtiği pek çok şeyi bu kez can kulağıyla dinledi. Ve sonunda yenilendi Hayal, ama şimdiki gibi değildi uzaklığı, Manwё bu kez Hayal’in içindeydi ve izledi Ilúvatar’ın elinin her şeyi tutup kaldırışını ve Hayal’in içine girişini. Bu el, o vakte kadar Ainur’un kalplerinde kendisinden gizlenmiş olan bin bir çeşit mucizeyi yarattı.

Böylece uyandı Manwё ve Ezellohar’ın³ üzerindeki Yavanna’nın yanına gitti, oturdu İki Ağacın altında, onun yanına. Ve şöyle söyledi Manwё: “ Ey Kementári, Eru konuştu ve dedi ki: ‘Valar’dan biri benim, Şarkının tümünü duymadığımı yahut en küçük sesten çıkan en küçük tınıyı dahi duymadığımı mı sanıyor? Bakın bakalım! Çocukların uyanışıyla birlikte Yavanna’nın fikri de uyanacak ve kudreti ile uzaklardaki ruhları çağıracak. Bu ruhlar kelvarların ve olvarların arasına karışacaklar ve bazısı oracıkta yerleşecek ve saygı görecekler ve korkulacak onların adaletli öfkesinden. Bir vakit gidecek bu böyle; İlkdoğanlar onların kudretinin himayesinde olduğu ve İkincidoğanlar daha erişkinliğe varmadıkları müddetçe.’ Fakat unuttun mu Kementári, sen daima tek başına söylemedin şarkını. Senin fikrin benimki ile buluşmadı mı ve böylece biz, bulutların üzerinde süzülen devasa kuşlar gibi kanatlanmadık mı? Buna da işte kulak verecek Ilúvatar ve Çocuklar açmadan gözlerini, Batı’nın Efendilerinin Kartalları rüzgâr gibi kanatlarla çıkacaklar ortaya.”

Böylece hoş oldu Yavana’nın gönlü ayağa kalkıp uzattı göklere kollarını ve şöyle söyledi: “ Yükseklere uzanacak Kementári’nin ağaçları, uzanacaklar ki Kral’ın Kartallarına yuva olsunlar!”

Manwё de kalktı yerinden ve göründüğü kadarıyla, öyle bir yükseğe erişti ki boyu, sesi sanki Yavanna’ya rüzgârlarla esip de geliyordu.

“Hayır,” dedi, “yalnızca Aulё’nin ağaçları bu denli uzun olacak. Kartallar ise dağlarda yuvalanacak ve bize seslenenleri duyacaklar. Ormanlarda Ağaçların Çobanları yürüyecek.

Sonra yollarına gitti Manwё ile Yavanna. Ve Yavanna Aulё’ye döndü. Aulё demirci dükkânında idi, erimiş metali bir kalıba boşaltıyordu. “Eru’nun eli açık,” dedi Yavanna, “şimdi söyle de sakınsın çocukların kendilerini! Çünkü öyle bir kudret dolaşacak ki ormanlarda, onun gazabını uyandırmaları hayrına olmayacaktır hiçbirinin.”

“Yine de, oduna ihtiyaç duyacaklar,” dedi Aulё ve uğraştığı işin başına döndü.


Silmarillion/ Aulё ve Yavanna’ya Dair/ Sayfa 104-108


Resim


Ve işte böyle Ilúvatar’ın lütfüyle Entler, Ağaçların Çobanları yaratılmışlardır. Böylece Orta-Dünya ormanlarında dolanıp ağaçları ve Yavanna’nın diğer yarattıklarını korumaya başladılar. Lakin Entler ilk başlarda konuşmayı bilmiyorlardı, ta ki Elfler gelip de onlara konuşmayı öğretene değin. Ağaçsakal’ın, İki Kule’de geçen şu sözleri bunu iyi bir şekilde gözler önüne sermektedir:

Alıntı
"Benim akrabalarımdan bazıları artık tıpkı birer ağaca benziyor; onları harekete geçirmek için daha önemli bir şeylere ihtiyaç var; sadece fısıltı halinde konuşuyorlar. Lâkin ağaçlarımdan bazıları kıvrak dallıdır ve birçoğu benimle konuşabilir. Bu işi Elfler başlattı elbette, ağaçları uyandırıp onlara konuşmayı öğretip kendileri de ağaç lisanlarını öğrenerek. Zaten hep her şeyle konuşmayı arzulamışlardır ihtiyar Elfler. Derken Büyük Karanlık geldi, onlar da Deniz'den diğer tarafa geçtiler ya da uzaktaki vadilere kaçtılar, kendilerini sakladılar ve bir daha asla gelmeyecek günlerin şarkılarını yaktılar. Bir daha asla. Ah ah, evvel zaman içinde tek bir orman vardı buradan ta Hilal Dağları'na kadar ve burası da sadece Doğu Ucu idi.”


Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 77


Alıntı
“...Yine de Elflerden, diğerlerinden hoşlandığımdan daha çok hoşlanıyorum: Çok uzun zaman önce bizi dilsizlikten kurtaran Elfler olmuştu; bu, sonradan yollarımız ayrılmış olsa dahi, asla hatıramızdan çıkartamayacağımız büyük bir ihsandır.”


Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 82


Resim


GÖRÜNÜMLERİ VE BELİRGİN ÖZELLİKLERİ


Resim


Entler ağaçlara benzeyen, lakin insanlar gibi iki bacak, kol ve ele sahip canlılardı. Görünümleri ağaç türleri gibiydi. Yani Üvez, Meşe… ağaçları gibi birbirlerinden farklı görünebilirlerdi. Onların görünümünü kavramak için Tolkien’in ilgili eserlerine bakmaktan daha mantıklı bir şey olmayacağından, uzatmadan sizleri o paragraflarla baş başa bırakıyorum:


Alıntı
Kendilerini olabilecek en olağandışı yüze bakarken buldular. En azından on dört ayak yüksekliğinde, son derece kuvvetli, hemen hemen hiç ensesi olmayan uzun kafalı, insana, hatta neredeyse trole benzeyen bir surete bakıyorlardı. Yeşil ve kül rengi ağaç kabuğu gibi bir şeylere mi bürünmüş yoksa bu onun derisi mi, pek anlaşılmıyordu. En azından, gövdesinden kısa bir mesafe sonra kolları buruşuk değildi, kahverengi pürüzsüz bir deriyle kaplıydı. Her iki kocaman ayağının yedişer parmağı vardı. Uzun çehresinin alt kısmı yerleri süpüren kül rengi, hemen hemen kökler gibi incecik, uçları ince ve yosunumsu, orman gibi bir sakalla kaplıydı. Fakat o an için hobbitler gözlerinden başka bir şeye pek dikkat edemiyordu. Bu derin gözler şimdi onları, yavaş yavaş ve ağırbaşlılıkla, sanki delip geçerek inceliyordu. Gözler yeşil ışıklarla alacalanmış kahverengiydi. Daha sonraları Pippin sık sık onlarla ilk karşılaştığında hissettiklerini anlatmaya çalışacaktı.

"Sanki gözlerin gerisinde asırların hatırası; uzun, yavaş ve sabit bir düşünce ile dolu muazzam bir kuyu varmış gibi görünüyordu; ama yüzeyi şimdiki zaman ile pırıldıyordu: Tıpkı çok ulu bir ağacın dış yapraklarında veya çok derin bir gölün dalgacıkları üzerinde titreşen güneş gibi. Bilemiyorum ama sanki toprakta yetişen bir şey... uyuyan bir şey de diyebilirsiniz ya da kendisini kök ucuyla yaprak ucu, derin toprak ile gökyüzü arasında gibi hisseden bir şey aniden uyanmış, size de sonsuz yıllar boyunca kendi iç işlerine baktığı yavaş ihtimam ile bakıyor."


Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 71


Resim



Resim


Ağaçsakal üzerinden yapılan bu betimleme onların görünümünü anlamamıza vesile olmuştur sanırım. Ayrıca Entler kolay yorulmazlar, derileri ağaç kabuğu misali çok kalındır. Bacakları bükülmeden büyük adımlarla ilerlerlerdi. Ama Entler yatağa uzanabilirlerdi sadece ortalarında belli belirsiz bir bükülmeyle:

Alıntı
Bulundukları bölümün sağ tarafında alçak, birkaç ayaktan daha yüksek olmayan ayaklar üzerinde duran, kuru otlar ve eğreltiotları ile kaplanmış büyük bir yatak duruyordu. Ağaçsakal yavaş yavaş bunun üzerine uzandı (sadece tam ortasından belli belirsiz bir bükülmeyle); elleri kafasının arkasında, ışıkların güneş ışığındaki yapraklar gibi oynaştıkları tavana bakarak, boylu boyunca yattı. Merry ile Pippin ottan yastıklar üzerine, onun yanına oturdular.

Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 81



Entler çok kuvvetli yaratıklardır güçleri muazzamdır. Bir Trollden katbekat güçlüdürler. Ağaçsakal Trollerin, Karanlık Efendi tarafından yapılan Entlerin hastalıklı bir kopyası olduğundan bahseder. Ayrıca çok da dayanıklılardır.


Alıntı
"Saruman bütün ordusunu yolladıktan sonra sıra bize geldi. Ağaçsakal bizi yere indirerek kapılara gitti ve Saruman'ı çağırarak kapıları yumruklamaya başladı. Surlardan atılan oklardan ve taşlardan başka cevap gelmedi. Fakat okların Entlere bir etkisi olmuyor. Canlarını yakıyor elbette ve onları hiddetlendiriyor: Tıpkı bizi sokan sinekler gibi. Ama bir Ent, iğnedenlik gibi Ork okları içinde kalsa bile yine de önemli bir yara almaz. Her şeyden önce, zehirlenmezler; üstelik derileri çok kalına benziyor, ağaç kabuklarından daha kalın. Onları ciddi şekilde yaralayabilmek için çok ağır balta darbeleri indirmek gerekir. Baltayı sevmiyorlar. Fakat bir Ent için bir sürü iri baltalı adam gerekir: Entin birinden bir kıymık koparan adamın ikinci bir şansı olmaz zaten. Ent elinden çıkan bir yumruk demiri incecik bir teneke gibi yamultuyor.”

"Ağaçsakal birkaç ok yedikten sonra ısınmaya başladı ve gerçekten 'aceleci olmaya' başladı kendi deyimiyle. Kocaman bir hum-ham salıverince bir düzine Ent daha koca adımlarıyla yanına geldiler. Hiddetlenmiş bir Ent, korkunç bir şey. Parmakları, ayak parmakları kayalar üzerinde dönüveriyor ve kayaları ekmek kırığı gibi ufalayıveriyorlar. Bu tıpkı, koca ağaç köklerinin yüz yılda yaptığının bir iki saniyede olduğunu görmek gibi bir şeydi.

"İttiler, çektiler, yırttılar, sarstılar, vurdular ve çatırtıyla patırtıyla bu muazzam kapılar beş dakika içinde harabeye dönüp yerle bir oldu; bazıları surları yemeye koyulmuştu bile, tıpkı kum çukurundaki tavşanlar gibi. Saruman ne olduğunu sandı, bilemiyorum; ama her halükârda olanlarla nasıl baş edeceğini bilemedi. Son zamanlarda arifliği azalmıştı mutlaka; ama bence zaten pek metaneti yokmuş, sıkıştığı bir yerde yanında bir sürü kölesi, makinesi veya işte öyle şeyleri olmadan ortaya koyabileceği yeterince cesareti yokmuş, bilmem anlatabildim mi."


Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 193


Resim


Entler bunların dışında Ent ve Enthanım diye iki cinse ayrılırlar. Enthanımlar, Entlerden daha zarif görünümlü ve güzel olmakla birlikte benzer özelliklere sahiptiler. Ruhsal olarak iyi yaratıklardı. Akıllıydılar, hafızaları kuvvetlidir ve diğer canlılardakine az da olsa benzer ruh halindelerdi. Buradaki bilgilerden, ayrı olarak yazımın devamında ve alıntılarda Entler hakkında daha fazla bilgiye rastlayacaksınız. Bu bölümü Ağaçsakal’ın Enthanımlar hakkındaki sözleriyle bitirmek istiyorum:

Resim
Ağaçsakal ve Fimbrethil


Alıntı
"Bu oldukça tuhaf ve elim bir hikâyedir," diye devam etti biraz sustuktan sonra. "Dünya henüz taze, ormanlar engin ve vahşi iken Entler ile Enthanımlar -o zamanlar onlar da Entkızlardı: Ah! Gençlik günlerimizde Fimbrethil'in, zarif Wandlimb'in o letafeti!- birlikte gezerler, birlikte ikamet ederlerdi. Lâkin inkişaf etme hususunda gönüllerimiz bir değildi: Entler sevgilerini dünyada rast geldikleri şeylere verdiler; Enthanımların fikirleri başka yerlerdeydi; çünkü Entler azametli ağaçları, vahşi ormanları, yüksek tepelerin yamaçlarını seviyorlardı; dağ ırmaklarından içiyorlar ve sadece ağaçların yolları üzerine dökmüş oldukları meyvelerden yiyorlardı; ayrıca Elflerin yaptıklarını öğrenmişler, ağaçlar ile konuşuyorlardı. Fakat Enthanımlar akıllarını daha ehemmiyetsiz ağaçlara, ormanların eteklerinde bulunan güneşe nazır kırlara vermişlerdi; sık çalılıklardaki çakaleriklerine, baharda çiçek açan yabani elma ile kirazlara, yazın sulak yerlerde yetişen yeşil otlara ve güz tarlalarında tohuma kaçan çimenlere çevirmişlerdi gözlerini. Bunlarla konuşmayı arzu ettiklerinden değil; onların söylenen şeyleri duyup bunlara itaat etmelerini arzuluyorlardı. Enthanımlar bunlara kendi arzularına göre büyümelerini, yaprak açmalarını, kendi zevklerine göre meyve vermelerini buyuruyorlardı; çünkü Enthanımlar nizam, bereket ve huzur (bununla her şeyin kendi koydukları yerde kalmasını kastediyorlardı) istiyorlardı. Böylece Enthanımlar içine girip hayatlarını sürdürmek için bahçeler meydana getirdiler. Lâkin Entler dolaşmaya devam etti; bahçelere ara sıra gidiyorduk. Sonra Kuzey'den Karanlık çöktü, Enthanımlar Ulu Nehir'i aşarak yeni bahçeler yaptılar, yeni tarlalar sürdüler; onları gitgide daha az görmeye başladık. Karanlık alt edildikten sonra Enthanımların toprakları çiçek içinde kaldı, tarlaları tahılla doldu, insanların birçoğu Enthanımların zanaatlarını öğrenerek onlara büyük ölçüde saygı gösterdi; ama biz onlar için sadece birer efsane idik, ormanın içindeki bir sır. Enthanımların bütün bahçeleri harap edildiği halde, işte biz hâlâ buradayız: insanlar o topraklara artık Boz Topraklar diyor.”

"Hatırlıyorum da, çok önceleriydi -Sauron ile Deniz'in insanlarının muharebeleri esnasındaydı- tekrar Fimbrethil'i görmek istedim. Onu son kez gördüğümde, kadim yılların Entkızı haliyle pek bir ilgisi kalmadığı halde, benim için hâlâ çok zarif idi. Enthanımlar icra ettikleri işler sebebiyle iki büklüm olmuş ve kahverengileşmişlerdi; saçları güneşten kavrulup olgun mısır rengini almış, yanakları da elma gibi kızarmıştı. Yine de gözleri hâlâ bizim halkımızın gözlerindendi. Anduin'den geçerek topraklarına gittik: Lâkin bir çöl bulduk orada: Her yer yakılmış, sökülmüştü, çünkü harp bu topraklar üzerinden geçmişti. Ama Enthanımlar orada yoktu. Uzun uzun onlara seslendik ve uzun uzadıya aradık taradık; rastladığımız ahaliye Enthanımların ne tarafa gittiklerini sual ettik. Bazıları onları hiç görmediklerini söyledi, bazıları onları uzakta, batıda yürürken gördüklerini; bazıları doğuda dedi, bazıları güneyde. Fakat nereye gittiysek onlara rastlamadık. Kederimiz muazzamdı. Yine de vahşi orman bizi çağırdı, biz de icabet ettik. Uzun yıllar, arada sırada tekrar Enthanımları aramak için ormandan çıktık, o güzelim isimlerini seslenerek uzaklara kadar yürüdük. Fakat zamanla, bu gezilere daha nadir çıkmaya ve o kadar uzaklara gitmemeye başladık. Artık Enthanımlar bizim için sadece birer hatıra; sakallarımız uzadı ve kırlaştı. Elfler, Entlerin bu arayışlarıyla ilgili bir sürü şarkı yaktı; şarkıların bir kısmı insanların lisanlarına da geçti. Lâkin biz, ne vakit Enthanımları düşünsek onların o latif isimlerini mırıldanmakla kifayet ettiğimiz için, biz bu konuda hiç şarkı yapmadık, istikbalde yine karşılaşabileceğimize inanıyoruz; bir ihtimal, üzerinde birlikte yaşayıp, birlikte mutlu olacağımız bir toprak bulabiliriz bir yerlerde. Fakat bunun, her iki tarafın da şu anda ellerinde olanı tamamen kaybettikten sonra olabileceği kehanet edildi. Ve belki de o vakit yaklaşmaya başlamıştır. Çünkü eskiden Sauron bahçeleri nasıl tahrip edebildiyse, bugünün Düşman'ının da bütün ormanları soldurması muhtemeldir.

"Bu meseleyi anlatan bir Elf şarkısı vardı; ya da ben öyle anlıyorum. Ulu Nehir'de bir aşağı, bir yukarı söylenir dururdu. Hiçbir vakit bir Ent şarkısı olmadı bu, dikkat buyurunuz: Bu Entçe'de çok uzun bir şarkı olurdu! Lâkin biz bu şarkıyı da can-ı gönülden biliriz ve arada sırada mırıldanırız. Sizin lisanınızda şöyle söylenir:

ENT: Bahar kayın yaprağını açıp özsuyu yürüdüğünde dala;
Işık vahşi ormandaki dereye vurup rüzgâr vardığında
Yamaca;
Adımlar uzun, nefesler derin, dağ havası keskinken tam, Geri dön bana! Geri dön! Söyle, güzel değil mi ülkem!

ENTHANIM: Bahar gelince bahçeye kıra, mısır yapraklanınca;
Meyve bahçesinde tomurcuklar parlak kar gibi açınca; Yağmur ve Güneş doldurunca hoş kokularla Yeryüzü'nü, Kalırım burada, dönemem sana, benim ülkem de güzel çünkü.

ENT: Yaz dünyaya yayıldığında, altın rengi bir öğlen vakti
Uyuyan yaprakların çatısı altında, açılır ağaçların
düşleri; Rüzgâr Batı 'doyken, yeşil ve serinken orman sarayları, Geri dön bana! Geri dön! Kabul et, en güzel ülke benimki!

ENTHANIM: Yaz gelip ısıtınca dalındaki meyveyi, kahverengiye
çalınca yemiş;
Saman altın rengi, başaklar beyaz, hasat köye gelmiş; Bal dökülmüş, elma olgun, rüzgâr Batı'da da olsa Benim ülkem en güzeli, kalırım burada güneşin altında!

ENT: Kış gelince hiç acımaz, katleder tepeyi, ormanı;
Devrilir ağaç, yıldızsız gece yutar güneşsiz günü;
Rüzgâr ölümcül Doğu'dan eser; bense acı yağmurun
altında Seni ararım, sana seslenirim, geri dönerim sana!

ENTHANIM: Kış gelip de şarkı susunca, çökünce karanlık sonunda; Çıplak dal kırılıp, işler bitip, ışık solduğunda; Ararım seni, beklerim seni, yollarımız rastlaşana dek
yeniden: Düşeriz yollara birlikte, acı yağmur yağarken!

BiRLiKTE: Batı 'ya ulaşan o yola düşeceğiz birlikte,
Bir ülke bulacağız uzaklarda, gönüllerimizi huzura erdirmeye!"



Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 85-88



NOT:
Sam kuzeni Hal’ın Shire sınırında ağaca benzer devler gördüğünden bahsediyordu. Bu Enthanımlara işaret ediyor olabilir.

Alıntı
"Tamam," dedi diğerleriyle birlikte gülen Sam. "Peki, ya şu Ağaç Adamlara, ya da istersen dev de onlara, onlara ne buyrulur? Koca bir ağaçtan daha büyük bir tanesinin, pek öyle uzun bir zaman önce de değil üstelik, Kuzey Avlakları'nın ardında göründüğünü söylüyorlar."
"Kim söylüyor?"
"Mesela kuzenim Hal. Kendisi Yukantepe'deki Bay Boffin'in yanında çalışır ve avlanmak için Kuzeydirhem'e gider. O bir tane görmüş."
"Belki de gördüm demiştir. Senin Hal habire bir şeyler gördüm deyip duruyor; belki de olmayan şeyleri görüyordur."
"Fakat bu anlattığı karaağaç kadar büyükmüş ve yürüyormuş; bir adım attı mı da, en azından yedi metre gidiyormuş."
"Öyleyse adım falan atmıyordur. Seninkinin gördüğü, zaten karaağaçtır garanti."
"Ama bu yürüyormuş diyorum sana; hem Kuzey Avlaklar'da karaağaç yok ki."
"Öyleyse Hal de görmüş olamaz," dedi Ted. Gülüşmeler ve alkışlar duyuldu: Dinleyiciler Ted'in bir puan aldığını düşünüyor olmalıydılar.
"Her neyse, fark etmez," dedi Sam, "sırf bizim Halfast değil, başkalarının da Shire'dan geçen tuhaf tuhaf tipler gördüğünü inkâr edemezsin ya - geçen diyorum, dikkatini çekerim: Bir de sınırlardan geri çevrilenler var. Hudutçulara daha önce hiç bu kadar çok iş çıkmamıştı."
"Ve dediklerine göre elfler de batıya doğru ilerliyorlarmış. Onların limanlara, ta Ak Kuleler'den öteye gittiklerini söylüyorlar," dedi



Yüzüklerin Efendisi/Yüzük Kardeşliği/Geçmişin Gölgesi/ Sayfa 64


Resim



TARİHÇE


Entlerin erken tarihiyle ilgili neredeyse hiçbir şey bilinmemektedir. Sadece ortaya çıktıkları andan itibaren Orta-Dünya’daki geniş ormanlarda gezindikleri ve koruma, öğretme, bakma görevlerini yaptıkları ve Yıldızların Çağı boyunca Beleriand'ın Sindar Elfleri ve Silvan Elfleri ile dostluk içinde yaşadıkları bilinmektedir. Sonra aniden Birinci Çağın bitimine yakın bir zamanda, Cücelerin saldırısından sonra Beren ve Lúthien çağrısı üzerine, Cüceleri yok etmişlerdir:


Alıntı
Menegroth’tan zayiat vererek dönen Nogrod Cücelerinin yolu tekrar Sarn Athrad’a* düştüğünde, görünmeyen düşmanların saldırısı başladı, çünkü Doriath’ın yağmasında topladıkları ganimeti yüklenmiş vaziyette Gelion’un* kıyılarında tırmanırlarken, ormanlar bir anda Elf borularının sesleriyle doldu ve her yönden oklar yağmaya başladı. Cücelerin pek çoğu o ilk saldırıda düştüler, ama tuzaktan kaçabilenler bir arada kaldılar ve doğu tarafındaki dağlara kaçtılar. Dolmed Dağı’nın* eteklerindeki uzun yamaçları tırmanırken, karşılarına Ağaçların Çobanları çıktılar ve Cüceleri, Ered Lindon’un gölgeli ormanlarına püskürttüler: hiçbirinin, evlerine ulaşan yüksek geçitlerden yukarıya tırmanamadığı anlatılır.

Silmarillion/ Doriath’ın Yıkılışına Dair/ Sayfa 491


Ağaçsakal’ın söylediğine göre bir zamanlar Eriador’un tamamı büyük ormanlarla kaplıydı ve o bütün buralara hükmediyordu. Lakin İkinci Çağ’da bu uçsuz bucaksız ormanlar Númenóreanlar tarafından ve ya İkinci Çağ 17. yüzyıldaki Sauron ile Elflerin Savaşı sırasında kesilip yok edilmeye başlandı ve büyük hasar gördü. Yine Entlerin en yaşlısı ve lideri Ağaçsakalın şu sözleri bunun kanıtıdır:


Alıntı
"…evvel zaman içinde tek bir orman vardı buradan ta Hilal Dağları'na kadar ve burası da sadece Doğu Ucu idi.
"O günler hür günlerdi! Bütün gün yürüyüp şarkılar söyleyebildiğim, boş tepelerde kendi sedamın yankısından başka ses işitmediğim zamanlardı. Ormanlar Lothlorien ormanları gibiydi, sadece daha sık, daha güçlü; daha gençti. Ve havanın o rayihası! Koca bir haftayı sadece teneffüs etmekle geçirirdim."



Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 78


Ayrıca şu paragrafta geçen Elrond’un sözleri de bunu desteklemektedir:

Alıntı
"Höyüklü Kişiler'i farklı farklı isimlerle tanırız; Yaşlı Orman hakkında da pek çok hikâye anlatılır: Artık bir tek en kuzey hudut kısmı kalmış durumda. Vaktiyle sincaplar şimdiki Shire'dan Isengard'ın batısındaki Garpeli'ne kadar daldan dala sıçrayarak gidebilirdi. O topraklardan bir kez geçip yabani ve tuhaf nice şey tanımıştım…”

Yüzüklerin Efendisi/ Yüzük Kardeşliği/ Elrond’un Divanı/ Sayfa 322


Sonraki çağ boyunca Entler, sayıları gitgide azalsa da yaptıkları işe devam ettiler. Sayıları azalıyordu çünkü Sauron Enthanımların bahçelerine saldırıp yok etmişti ve Enthanımlar ortadan kaybolmuşlardı. Nerede oldukları da bilinmiyordu. Gel zaman git zaman ta Merry ile Pippin, Ağaçsakal ile karşılaşana değin bu böyle sürdü gitti. Hobbitlerden aldığı havadislerle birlikte uzun süredir kafasında tasarladığı planları daha da olgunlaşan Ağaçsakal, Entleri savaşa sokmaya karar verdi. Bunun için önce Ent Meclisini topladı. Bundan sonra hedefi Saruman olacaktı. Ve Orta-Dünya tarihindeki ilginç bir olay olan Entlerin Resmi Geçidi yaşandı.

Resim
ENT MECLİSİ




NOT:Ent Meclisi

Resim


ENTLERİN RESMİ GEÇİTLERİ(ENTLERİN YÜRÜYÜŞÜ)


Ent Meclisi’nden sonra Entler harekete geçtiler ve toplanabildiği kadar Ent biraraya getirildi. Sonraki olanları asıl kaynağımızdan öğrenmekte yarar var:


Alıntı
"Dur bir bakayım," dedi Merry: "Beş gece önce - şimdi hikâyenin sizin hiç bilmediğiniz bir bölümüne geliyoruz. Ağaçsakal ile savaştan sonraki o sabah karşılaştık; o gece onun Ent evlerinden biri olan Kaynakkonağı'ndaydık. Ertesi gün Entlerin topladığı Entmeclisi'ne, yani hayatımda gördüğüm en garip şeye gittik. Toplantı bütün gün boyunca devam etti, ertesi gün de; biz de gecelerimizi Tezmertek isimli bir Ent ile geçirdik. Sonra, üçüncü gün, akşamüstü geç bir vakitte entler aniden parladılar. Çok şaşırtıcıydı. Orman, sanki içinde bir fırtına biriktiriyormuş gibi gergindi: Sonra aniden patlak verdi. Yürüyüşe geçtiklerinde söyledikleri şarkıyı duymanızı isterdim."

"Eğer Saruman duymuş olsaydı, yayan kaçmak zorunda kalsaydı bile, şimdiye yüz mil öteye gitmiş olurdu," dedi Pippin.

"İstediği kadar sağlam, çetin, taş gibi soğuk, kemik gibi çıplak
olsun Isengard, Gidiyoruz, gidiyoruz, gidiyoruz savaşa, taşı yarıp kapıyı yıkmaya!

Daha bir sürü şey vardı. Şarkının büyük bir kısmında hiç söz yoktu, davul zurnayla çalınan bir ezgiye benziyordu. Çok heyecan vericiydi. Ama ben bunun sadece bir marş olduğunu zannediyordum - ta ki buraya gelinceye kadar. Şimdiyse meseleyi anladım."
"Akşam çöktükten sonra Nan Curunir'in son sırtı üzerinden aşağıya indik," diye devam, etti Merry. "Ancak ilk kez o zaman Orman'ın kendisinin de peşimizden hareket ettiği hissine kapıldım. Entçe bir rüya gördüğümü zannettim ama bu Pippin'in de dikkatini çekmişti, ikimiz de korkmuştuk; ama biraz zaman geçinceye kadar fazla bir şey öğrenemedik.

"Bunlar Huornlar idi, ya da Entler 'kısa lisanlarında' onlara böyle diyorlardı. Ağaçsakal haklarında fazla bir şey söylemiyor, ama bence onlar hemen hemen ağaca dönüşmüş Entler, en azından öyleye benziyorlar. Ormanda orada burada, ormanın saçakları altında duruyor, durmadan ağaçları kolluyorlar; ama en karanlık vadilerde yüzlercesi var bence.

“İçlerinde büyük bir güç taşıyor ve sanki kendilerini gölgeyle örtebiliyorlar: Hareket ettiklerini görmek zor. Ama hareket ediyorlar. Eğer kızarlarsa çok hızlı hareket edebiliyorlar. Siz durmuş havaya bakıyorsunuz belki veya rüzgârın hışırtısını dinliyorsunuz ve aniden kendinizi bir ormanın ortasında, etrafınız uzanmış kocaman ağaçlarla sarılı buluveriyorsunuz. Hâlâ sesleri var, Entlerle konuşabiliyorlar -o yüzden onlara Huorn diyorlarmış, öyle dedi Ağaçsakal- ama hem garipleşmişler hem de yabanileşmişler. Tehlikeli. Eğer etrafta onları güdecek Ent olmasaydı, karşılaştığımda dehşete düşerdim.”

"Neyse, gecenin erken saatlerinde Arif Vadisi'nin yukarı ucuna çıkan uzun bir koyaktan aşağıya doğru Entler önde, hışır hışır Huornları arkalarında ilerledik. Biz onları göremiyorduk elbette ama hava çatırtılarla doluydu. Çok karanlık, bulutlu bir geceydi. Tepelerden ayrılır ayrılmaz çok hızlı ilerlemeye başladılar; sert esen bir rüzgâr gibi ses çıkartıyorlardı. Ay, bulutlar arasından görünmedi; gece yansını çok geçmeden Isengard'ın kuzey tarafında her yanı kaplayan bir orman oluşmuştu. Ne düşmandan bir iz vardı, ne de bir meydan okuyan. Kulenin yüksek pencerelerinden dışarı ışıklar sızıyordu o kadar.

" Ağaçsakal ile birkaç Ent yollarına devam edip, tam büyük kapıların görüş sahasına girecek şekilde döndüler. Pippin ile ben onunla birlikteydik. Ağaçsakal'ın omuzlarında oturuyorduk; Ağaçsakal'daki o titreten gerginliği hissedebiliyordum. Fakat ayaklandıklarında bile Entler çok dikkatli ve çok sabırlı oluyorlar. Nefes alıp etrafı dinleyerek yontulmuş taşlar gibi durdular.

"Sonra aniden muazzam bir hareket oldu. Borular gürledi ve Isengard'm surlarından yankılandı. Bizi fark ettiklerini ve savaşın başlayacağını düşündük. Ama alakası yokmuş. Saruman'ın bütün adamları çıkıp gidiyordu. Ne bu savaş, ne de Rohan Süvarileri hakkında pek fazla bir şey bilmiyorum ama herhalde Saruman, kral ile adamlarının işini son bir darbeyle bitirmeye niyetliydi, Isengard'ı boşalttı. Düşman'ın gidişini seyrettim: Yürüyüşe geçmiş, ucu bucağı olmayan ork sıralan, kocaman kurtlara binmiş birlikler. Ayrıca insan taburları da vardı. Birçoğu meşale taşıyordu, alevlerin ışığında yüzlerini görebiliyordum. Çoğu oldukça uzun boylu ve kara saçlı, somurtkan ama tam anlamıyla kötü görünüşlü olmayan sıradan adamlardı. Fakat aralarından bazıları korkunçtu: insan boyunda, gulyabani yüzlü, san benizli, yan yan, kısık bakışlı olanlar. Biliyor musunuz, bir an bana Bree'deki o Güneyli'yi hatırlattılar; yalnız bunlar o kadar açık seçik bir biçimde orka benzemiyordu."

"Ben de onu düşündüm," dedi Aragorn. "Miğfer Dibi'nde bu yarı orklardan çok vardı. Şimdi o Güneyli'nin Saruman'ın bir casusu olduğu kesinleşti; ama Kara Süvariler'le de işbirliği yapıyor muydu, yoksa sadece Saruman için mi çalışıyordu, bilinmez. Bu kötü tiplerin ne zaman iş birliği içinde olduklarını, ne zaman birbirlerine ihanet ettiklerini anlamak zor."

"Eh, bütün çeşitlerden toplam en azından on bin kadar vardı her halde," dedi Merry. "Kapılardan geçmeleri bir saat aldı. Kimisi ana yoldan Geçitler'e gittiler, kimi dönerek doğuya doğru gitti. Oraya bir köprü kurulmuştu, nehrin çok derin aktığı bir kanala, aşağı yukarı bir mil kadar uzağa. Eğer ayağa kalkarsanız buradan görebilirsiniz. Hepsi kaba seslerle şarkı söylüyorlar, gülüyorlar, iğrenç bir şamata yapıyorlardı, işlerin Rohan için çok karanlık olduğunu düşünmüştüm. Ama Ağaçsakal kıpırdamadı. Şöyle dedi: 'Bu gece benim işim Isengard ile, kayalar ve taşlarla.'

"Ama karanlıkta neler olduğunu göremediğim halde, sanırım kapılar tekrar kapanır kapanmaz Huornlar güneye doğru hareket etti. Onların işleri orklar ileydi sanırım. Sabah vadinin aşağılarındaydılar; ya da en azından orada sonunu göremediğiniz bir gölge vardı.”

"Saruman bütün ordusunu yolladıktan sonra sıra bize geldi. Ağaçsakal bizi yere indirerek kapılara gitti ve Saruman'ı çağırarak kapıları yumruklamaya başladı. Surlardan atılan oklardan ve taşlardan başka cevap gelmedi. Fakat okların Entlere bir etkisi olmuyor. Canlarını yakıyor elbette ve onları hiddetlendiriyor: Tıpkı bizi sokan sinekler gibi. Ama bir Ent, iğnedenlik gibi ork okları içinde kalsa bile yine de önemli bir yara almaz. Her şeyden önce, zehirlenmezler; üstelik derileri çok kalına benziyor, ağaç kabuklarından daha kalın. Onları ciddi şekilde yaralayabilmek için çok ağır balta darbeleri indirmek gerekir. Baltayı sevmiyorlar. Fakat bir Ent için bir sürü iri baltalı adam gerekir: Entin birinden bir kıymık koparan adamın ikinci bir şansı olmaz zaten. Ent elinden çıkan bir yumruk demiri incecik bir teneke gibi yamultuyor.”

"Ağaçsakal birkaç ok yedikten sonra ısınmaya başladı ve gerçekten 'aceleci olmaya' başladı kendi deyimiyle. Kocaman bir hum-ham salıverince bir düzine Ent daha koca adımlarıyla yanına geldiler. Hiddetlenmiş bir Ent, korkunç bir şey. Parmakları, ayak parmakları kayalar üzerinde dönüveriyor ve kayalan ekmek kınğı gibi ufalayıveriyorlar. Bu tıpkı, koca ağaç köklerinin yüz yılda yaptığının bir iki saniyede olduğunu görmek gibi bir şeydi.

"İttiler, çektiler, yırttılar, sarstılar, vurdular ve çatırtıyla patırtıyla bu muazzam kapılar beş dakika içinde harabeye dönüp yerle bir oldu; bazıları surları yemeye koyulmuştu bile, tıpkı kum çukurundaki tavşanlar gibi. Saruman ne olduğunu sandı, bilemiyorum; ama her halükârda olanlarla nasıl baş edeceğini bilemedi. Son zamanlarda arifliği azalmıştı mutlaka; ama bence zaten pek metaneti yokmuş, sıkıştığı bir yerde yanında bir sürü kölesi, makinesi veya işte öyle şeyleri olmadan ortaya koyabileceği yeterince cesareti yokmuş, bilmem anlatabildim mi. Bizim Gandalf tan çok farklı. Başından beri ününü daha çok Isengard'a yerleşmekteki kurnazlığına borçlu olup olmadığını merak ediyorum."

"Hayır," dedi Aragorn. "Bir zamanlar ünü kadar büyük biriydi. Bilgisi çok derindi, düşünceleri ince, elleri de mükemmel bir biçimde hünerli; ayrıca başkalarının akıllarına hükmetme gücü vardı. Arifleri ikna edebiliyor, daha küçük insanların da gözlerini korkutuyordu. Bu hünerini belli ki hâlâ muhafaza ediyor. Eğer onunla konuşmak için bir başlarına bırakılacak olsa diyebilirim ki Orta Dünya'da emniyet içinde olabilecek biri yoktur, hatta şimdi yenilmiş olsa bile. Gandalf, Elrond ve Galadriel belki, o da şimdi kötülüğü iyice açığa çıktığı için, ama onlardan başka çok az kişi emniyette olabilir."

"Entler emniyette," dedi Pippin. "Bir zamanlar onları kandırabilmiş ama bir daha olamaz bu. Hem zaten onları anlamadı da; onları hesaba katmamakla en büyük hatasını yapmış oldu. Entler için hiçbir plan yapmamıştı ve onlar harekete geçtikten sonra da bir plan yapmak için çok geçti artık. Bizim saldırımız başlar başlamaz, Isengard'da kalmış olan birkaç sıçan da Entlerin açtıkları deliklerden sıvışmaya başladı. Entler sorguya çektikten sonra insanların gitmesine izin verdi, bu uçta iki üç düzine kadar adam vardı. Ne boyda olursa olsun ork tayfasından fazla kaçabilen olduğunu zannetmiyorum. Huornlardan kaçan olmadı: O zamana kadar onlardan bir orman dolusu olmuştu, vadiden gidenlerden başka.”

"Entler güney surlarının büyük bir bölümünü un ufak ettikleri zaman, kalan halkı da sıvışıp onu tek başına bırakınca, Saruman panik içinde kaçtı. Biz vardığımızda galiba kapılardaydı: Herhalde muhteşem ordusunun gidişini seyretmeye gelmişti. Entler kırıp dökerek yolları açınca o da aceleyle kaçtı. Önce onun yerini bulamadılar. Fakat gece açıldı; etrafta müthiş bir yıldız ışığı vardı, Entlerin görmelerini sağlayacak kadar; aniden Tezmertek haykırdı, 'Ağaç katili, ağaç katili!' Tezmertek kibar bir yaratıktır ama işte özellikle bu yüzden Saruman'a daha çok hiddetleniyor: Halkı ork baltalarından insafsızca eziyet çekmişti, iç kapıdan yola sıçradı; ayaklandığında rüzgârdan daha hızlı hareket edebilir. Sütunların gölgeleri arasında bir içeri, bir dışarı aceleyle hareket eden solgun bir şekil vardı ve neredeyse kulenin kapısına varmıştı. Ucu ucuna kaçabildi. Tezmertek o kadar ateşle düşmüştü ki peşine, yakalanmasına ve boğazlanmasına bir veya iki adım kalmıştı kapıdan süzülüp girdiğinde.

"Saruman sağ salim Orthanc'a geri dönünce kıymetli makinelerini işe koyması pek vaktini almadı. O vakte kadar birçok Ent Isengard'a girmişti: Kimi Tezmertek'i izlemiş, kimi doğudan ve batıdan yarıp girmişti; etrafta dolanıp büyük ziyan veriyorlardı. Aniden ateşler ve kötü dumanlar yükseldi; düzlükteki bütün delikler ve maden kuyuları fışkırıp püskürmeye başladı. Entlerin bir kısmı yanıp kabardılar. Bir tanesi, galiba ona Kayınkemiği diyorlardı, çok uzun boylu, yakışıklı bir Ent idi, bir çeşit sıvı ateşin zerrecikleri içine girdi ve bir meşale gibi yandı: Korkunç bir görüntüydü.

“Bu onları zıvanadan çıkarttı. Daha önce gerçekten ayaklanmış olduklarını düşünüyordum; ama yanılmışım. Sonunda ayaklanmanın ne olduğunu gördüm. Hayret verici bir şeydi. Taşlar çatlayıp sadece onların gürültülerinden dökülünceye kadar gürlediler, böğürdüler, boru gibi öttüler. Merry ile ben yere yatıp pelerinlerimizle kulaklarımızı tıkadık. Orthanc kayasının etrafında tekrar tekrar döndü Entler iri adımlarıyla; patlamış bir fırtına gibi estiler, sütunları kırarak, koca taş dilimlerini yaprak gibi havaya savurarak, maden kuyularının içine çığ gibi kayalar yuvarladılar. Kule bu dönen hortumun tam ortasındaydı. Demir kazıkların, blok blok taş duvarların yüzlerce ayak yukarda döndüklerini ve Orthanc'ın pencerelerine çarptıklarını gördüm. Fakat Ağaçsakal soğukkanlılığını muhafaza etti. Şansına hiç yanığı yoktu. Halkının hiddetle kendi canlarını yakmasını ve bu karışıklıkta Saruman'ın deliğin birinden kaçmasını istemedi. Entlerin çoğu kendilerini Orthanc kayasına savuruyorlardı; ama bu onları bitiriyordu. Kaya son derece pürüzsüz ve sertti. Belki de içinde bir çeşit büyü vardı, Saruman'ınkinden daha eski ve daha güçlü bir büyü. Her neyse, kayaya bir türlü tutunamıyorlardı; kayayı çatlatamıyorlar, kendilerini onun karşısında yaralayıp bereliyorlardı.”

"Derken Ağaçsakal meydana çıkarak bağırdı. O muazzam sesi bütün yaygarayı bastırdı. Ölüm sessizliği oldu aniden. Bu sessizlikte kulenin yüksek penceresinden tiz bir kahkaha duyduk. Bu Entler üzerinde garip bir etki yaptı. Kaynıyorlardı; ama şimdi soğumuşlar, bir buz kadar sert ve sessiz olmuşlardı. Düzlüğü terk ederek Ağaçsakal'ın etrafında toplandılar, kıpırdamadan durdular. Ağaçsakal onlarla kendi dillerinde konuştu bir süre; sanırım onlara kendi yaşlı kafasında çok önceleri yapmış olduğu bir planı anlatıyordu. Sonra aniden gri ışıkta sessizce solup gittiler. O sıralarda gün ışımaya başlamıştı.

"Kuleye bir gözcü diktiler sanırım ama gözcüler gölgelerde o kadar güzel gizlenmiş, o kadar kıpırdamadan duruyordu ki, ben bile onları göremiyordum. Diğerleri kuzeye ayrıldılar. Bütün o gün boyunca ortalıkta görünmeden bir şeyle uğraştılar. Çoğunlukla biz yalnız başımıza bırakıldık. Korkunç bir gündü; biraz etrafta dolandık gerçi, ama Orthanc'ın pencerelerinin görüş alanı dışında duruyorduk elimizden geldiğince: Pencereler bize o kadar tehditkâr bakışlarla bakıyorlardı ki. Zamanın çoğunu yiyecek bir şeyler aranarak geçirdik. Sonra oturup, uzakta, güneyde Rohan'da nelerin olup bittiğini ve grubumuzun geri kalanlarının başına neler geldiğini merak ederek muhabbet ettik. Arada sırada uzakta bir kayanın takırdayarak düştüğünü, güm güm seslerin tepelerden yankılandığını duyabiliyorduk.”

"Akşamüstü dairenin çevresinde yürüdük ve neler olup bittiğini görmeye gittik. Vadinin başında büyük, gölgeli bir Huorn ormanı vardı; bir tane de kuzey surlarının orada vardı, içlerine girmeye cesaret edemedik. Fakat içeride yaptıkları işin yırtan, parçalayan sesi duyuluyordu. Entler ile Huornlar kocaman delikler ve hendekler kazıyorlar, büyük su birikintileri ve setler yapıyorlar, Isen'ın ve bulabildikleri her derenin ve çayın suyunu topluyorlardı. Onları işleriyle baş başa bıraktık.”
"Alacakaranlıkta Ağaçsakal tekrar kapıya geldi. Kendi kendine humlayıp, bumluyordu ve göründüğü kadarıyla neşeliydi. Durup koca kollarını ve bacaklarını gererek derin bir nefes aldı. Yorgun olup olmadığını sordum.”

“ ‘Yorgun mu?' dedi, 'yorgun mu? Yo hayır, yorgun değilim ama her yanım tutuldu. Entsuyu'ndan iyi bir yudum suya ihtiyacım var. Sıkı çalıştık; yıllardır yapmadığımız kadar taş kırdık ve toprak kemirdik bugün. Ama hemen hemen bitti. Gece çöktüğünde bu kapının yakınlarında veya eski tünelde pek oyalanmayın! Buradan sular gelebilir -ve bunlar bir süre için kirli sular olacak, ta ki Saruman'ın pisliği temizlenene kadar. Sonra Isen yeniden temiz akabilir.' Surlardan bir parça daha yıkmaya başladı, rahat bir şekilde, sadece eğlenmek için.”

………………………………................................................................................


"Entler bentleri yıkıp, topladıkları suyu kuzey surundaki açıklıktan Isengard'a boşalttıklarında gece yarısı olmuştu herhalde. Huornların karanlığı geçmiş, gök gürültüleri uzaklaşmıştı. Ay, batıdaki dağların ardına kayıyordu.”

"Isengard içerilere kadar sokulan kara dereler ve su birikintileriyle dolmaya başlamıştı. Düzlüğe yayıldıkça, ayın son ışığında pırıldıyorlardı. Arada sırada sular maden kuyularından veya deliklerden içeri bir yol buluyordu. Kocaman beyaz buhar bulutları gökyüzüne doğru tıslıyordu. Duman dalgalar halinde yükseliyordu. Patlamalar ve aniden alevlenen ateşler vardı. Tek bir su buharı helezonu, altı alevlerle üstü de ay ışığıyla aydınlanmış yüksek bir bulut haline gelene kadar Orthanc'ın etrafını dolana dolana yükseldi. Sonunda Isengard fokur fokur kaynayan bir kazana dönünceye kadar sular içeri boşalmaya devam etti."

"Dün gece güneyden, Nan Curunir'in ağzına vardığımızda bir duman ve buhar bulutu görmüştük," dedi Aragorn. "Saruman'ın bize yeni bir şeytanlık tasarladığını düşünmüştük."

"O değildi!" dedi Pippin. "Büyük bir ihtimalle gülmek şöyle dursun öksürmekten boğuluyordu. Sabah, dün sabah yani, su deliklere çökmüştü ve yoğun bir sis vardı. Biz oradaki o gözcü odasına sığındık; oldukça da korktuk. Gölet taşmaya, sular eski tünelden akmaya başlamıştı ve basamaklardan hızla yükseliyordu. Orklar gibi bir delikte sıkışıp kalacağımızı düşündük; ama deponun arkasındaki merdivenleri bulduk ve kemerin tepesine çıktık. Tepesine yakın bir yerde geçit düşen taşlarla yan yana kapanmış ve çatlamış olduğundan zar zor dışarı çıkabildik. Orada sel sularının üzerinde oturarak Isengard'ın boğuluşunu seyrettik. Entler durmadan daha çok su salıp duruyorlardı, ta ki bütün ateşler söndürülüp her mağara doluncaya kadar. Sisler yavaş yavaş bir araya toplandı, buluttan kocaman bir şemsiye halinde yükseldi: En az bir mil kadar yüksekti herhalde. Akşam, doğudaki tepelerde büyük bir gökkuşağı vardı, sonra batan güneş, dağ tarafında atıştıran kalın bir yağmur tabakasıyla lekelendi. Her yer çok sakindi. Uzaklarda birkaç kurt hüzünlü hüzünlü uluyordu. Entler suyun akışını gece kestiler ve Isen'i yeniden eski yatağına bıraktılar. Böylece her şey sona erdi.”



Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 190-199


İşte böylece Entler güçlü olduklarını bir kere daha hatırlamış ve Isengard’ı kötülüğün elinden kurtarmışlardı. Sonraki yıllarda Yüzük yok edilip Sauron da tarihe karışınca Aragorn Isengard ve çevresini Entlerin himayesine bırakmıştır.

Resim



ETİMOLOJİ VE İSİMLER


Entçe Eldarin dillerinden türemiş bir lisandır. Elfler onlara konuşmayı öğrettiklerinde onlarda bu dili türetmişlerdir. Entler başka lisanları da öğrenebilme yeteneğine sahiptiler. Kendi dilleri yaratılışlarına uygundu: Yani kendileri gibi, dilleri de “aceleci” değildi. Zaman onlar için sorun olmadığından, diğer canlılar için kısa olan bir şey bile söylemek saatleri alabilirdi. Dillerine örnek olarak:

Alıntı
Taurelilómёa-tumbalemorna Tumbaletaurёa Lómёanor:

"Çok gölgeli orman-derin kara vadi Derin ormanlık vadi Kasvetli ülke." Ağaçsakal'ın bu sözü, aşağı yukarı "ormanın derinindeki açıklıklarda kara bir gölge var" anlamına geliyor.


Ent kelimesi Anglo-Sakson kökenli bir kelime olup “dev” anlamına gelmektedir. Onodrim kelimesi de Sindarin dilinde “Ent halkı” yani “dev halkı” anlamına gelmektedir. ‘Onod’ yani ‘dev’ kelimesinin çoğulu ‘Enyd’ dir.

Resim


BİLİNEN ENTLER


AĞAÇSAKAL NAMI DİĞER FANGORN



KAYINKEMİĞİ

Fangorn Ormanı’nından bir Ent olan Kayınkemiği uzun boylu ve yakışıklı bir Ent idi. Üçüncü Çağın 3 Mart 3019 yılında Entlerin İsengard’a saldırıları sırasında sıvı ateşe maruz kalarak can verdi. Onun ölümünün görüntüsü Entlerin öfkesinin daha da kabarmasına ve Isengard’ın sonunun hızlanmasına vesile oldu.

Alıntı
"Saruman sağ salim Orthanc'a geri dönünce kıymetli makinelerini işe koyması pek vaktini almadı. O vakte kadar birçok Ent Isengard'a girmişti: Kimi Tezmertek'i izlemiş, kimi doğudan ve batıdan yarıp girmişti; etrafta dolanıp büyük ziyan veriyorlardı. Aniden ateşler ve kötü dumanlar yükseldi; düzlükteki bütün delikler ve maden kuyuları fışkırıp püskürmeye başladı. Entlerin bir kısmı yanıp kabardılar. Bir tanesi, galiba ona Kayınkemiği diyorlardı, çok uzun boylu, yakışıklı bir Ent idi, bir çeşit sıvı ateşin zerrecikleri içine girdi ve bir meşale gibi yandı: Korkunç bir görüntüydü.

Bu onları zıvanadan çıkarttı. Daha önce gerçekten ayaklanmış olduklarını düşünüyordum; ama yanılmışım. Sonunda ayaklanmanın ne olduğunu gördüm. Hayret verici bir şeydi. Taşlar çatlayıp sadece onların gürültülerinden dökülünceye kadar gürlediler, böğürdüler, boru gibi öttüler. Merry ile ben yere yatıp pelerinlerimizle kulaklarımızı tıkadık. Orthanc kayasının etrafında tekrar tekrar döndü Entler iri adımlarıyla; patlamış bir fırtına gibi estiler, sütunları kırarak, koca taş dilimlerini yaprak gibi havaya savurarak, maden kuyularının içine çığ gibi kayalar yuvarladılar. Kule bu dönen hortumun tam ortasındaydı. Demir kazıkların, blok blok taş duvarların yüzlerce ayak yukarda döndüklerini ve Orthanc'ın pencerelerine çarptıklarını gördüm. Fakat Ağaçsakal soğukkanlılığını muhafaza etti. Şansına hiç yanığı yoktu. Halkının hiddetle kendi canlarını yakmasını ve bu karışıklıkta Saruman'ın deliğin birinden kaçmasını istemedi. Entlerin çoğu kendilerini Orthanc kayasına savuruyorlardı; ama bu onları bitiriyordu. Kaya son derece pürüzsüz ve sertti. Belki de içinde bir çeşit büyü vardı, Saruman'ınkinden daha eski ve daha güçlü bir büyü. Her neyse, kayaya bir türlü tutunamıyorlardı; kayayı çatlatamıyorlar, kendilerini onun karşısında yaralayıp bereliyorlardı.”


Yüzüklerin Efendisi/İki Kule/Kıyıya Vuran Enkaz/ Sayfa 194-195


Resim


FIMBRETHIL

Ağaçsakal’ın âşık olduğu Enthanımı yani onun eşidir diyebiliriz. Güzel ve narin bir Enthanımdı lakin bahçe işlerinde çalıştığı için bazı kusurları oluşmuştu. Lakin Ağaçsakal hala onu çekici buluyordu. Bahçeleri Sauron tarafından yok edildikten sonra başına ne geldiği bilinmemektedir. Ama Ağaçsakal onun hala hayatta olduğu düşünmektedir.

İsim: Fimbrethil kelimesi Sindarince bir kelime olup “İnce Gürgen” anlamına gelmektedir.

FINGLAS(Yapraktutamı)

Resim



Fangorn Ormanı Entlerinden birisidir. Ağaçsakal ile birlik Orta-Dünyada dolaşan ilk Entlerden biridir.

Alıntı
"Karanlıktan evvel ormanlarda gezinen ilk entlerden sadece üç tane kaldı: Bir bendeniz Fangorn, Finglas ve Fladrif - elfçe isimlerimizi söyleyecek olursak; onlara Yapraktutamı ve Derikabuk da diyebilirsiniz hoşunuza giderse. Üçümüzden Yapraktutamı ile Derikabuk bu işte pek bir işe yaramaz. Yapraktutamı uyuklar oldu, hemen hemen ağaçlaştı da denilebilir: Bütün yaz boyu kırlarda dizlerine kadar yükselen otlara gark olmuş, yarı uyur yarı uyanık, ayakta durmaktan hoşlanmaya başladı. Yapraksı saçlar kapladı her yanını. Kış aylarında uyanırdı eskinden; fakat son zamanda kışın dahi yürüyemeyecek kadar uyuşuk oldu…”

Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 84


FLADRIF(Derikabuk)

Resim


Fangorn Ormanı’nın bir diğer Entidir. İlk uyanan Entlerdendir.

Alıntı
“…Derikabuk Isengard'ın batısındaki dağ yamaçlarında sürdürüyordu hayatını. En büyük dertler orada çıktı. Orklar onu yaraladı; ahalisi ile ağaç sürülerinin çoğu telef edildi. Yüksek yerlere, en çok sevdiği huş ağaçlarının arasına gitti o da; aşağıya gelmiyor. Yine de daha genç olan ahaliden münasip bir grubu bir araya getirebilirim sanının - tabii içinde bulunduğumuz zarureti anlatabilirsem onlara: Bir uyandırabilsem onları: Biz aceleci bir ahali değiliz. Bu kadar az sayıda kalmamız ne acı!"

Yüzüklerin Efendisi/ İki Kule/ Ağaçsakal/ Sayfa 84-85


Resim


TEZMERTEK(Bregalad)


Tezmertek



Aceleci Ent de diyebiliriz ona. Fladrif’in emrindeki Entlerden biridir. Genç, hızlı ve bir Entin olacabileceği kadar da kıvraktır.

Uzun boyluydu, kırmızı dudakları, gri-yeşil saçları ve esnek pürüzsüz bir cildi vardı. Ha! Genç dedim ama bu sizi yanıltmasın, çünkü muhtemelen binlerce yaşındadır. Lakin yine de bu hesap Entler için aceleci ve kısa bir zamandır. Neyse ben Bregalad’a geri döneyim. Kendisi şarkı söylemeyi çok sever. Her zaman yüksek sesle kahkahalar atan neşeli bir Ent’tir. Ve herşeyi çabucak yapardı. İçeceğini çabucak içip bitirir, bir işi öğrendiğinde hemen herkesten önce yapardı.

Tezmertek Ent Meclisi’ne katılmasa da savaşta yer alarak büyük kıymet gösterdi. Saruman yenildikten sonra ve Yüzük yok edildikten sonra Isengard ve çevresinde kaldığı düşünülmektedir.


Resim


Hımmm,hram,barurum,hmmm… Evet genç dostlarım umarım anlattıklarımdan memnun kalmışsınızdır.